Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Petersburg'dan Karelerim

Geçen haftalarda Petersburg'a gittim, gezdim, gördüm. Yediklerim içtiklerim benim olsun, gördüklerimden bazılarını fotoğrafladım ve işte o bazıları...

Wifi Ekonomisi

Geçen haftalarda Petersburg tatilimde yaşadığım internet sıkıntısı sonrası, sokak gezilerinin o tatlı yorgunluğunun ardından dinlenmek için girdiğim iş yerlerini, wifi olanlar arasından seçtim. Bunu o an bilinçli olarak yapıyor olsamda, arkadaşımla konuşuncaya kadar farkına varmamıştım. Tabii benim gibi tatile çıkmış ve zaten para harcamaya hazır biri için, bir mekanda wifi olması demek; oraya girip yemek yiyeceğim ve harcama yapacağım anlamına da geliyordu. Sonrasında bu konuya biraz daha detaylı olarak dikkat ettim ve neredeyse iş yerlerinin camekanlarının bir köşesinde "wifi bulunur" ibaresinin olmasının bile tek başına müşteri çekme potansiyeli olduğunu gözlemledim. Bu durum sadece yaşadığım deneyim sonrası edindiğim sıradan bir gözlem iken, biraz daha geniş çerçeveden düşündüğümde şunu anladım ki; özellikle yurt dışına giden tatilciler için wifi olan bir mekân demek, oraya müşteri olmak demekti. Konuya bu bağlamda yaklaşırsak, aslında cafe ve restoran benzeri

Uğur Batı ile Stratejik Marka Yönetimi üzerine

Reklam yazarlığı ndan öğretim üyeliğine, marka danışmanlığından kurumsal iletişim yöneticiliğine uzanan mesleki kariyerinde marka yönetiminin neredeyse tüm taraflarında bulunmuş olan Uğur Batı ile son kitabı Stratejik Marka Yönetimi’nin başrolde olduğu bir söyleşi yaptık… Özellikle de tüketicinin doyumsuz bir hâle gelmek üzere olduğu ve sürekli değiştiği ortadayken, markalar yaşamak için ve gelecekte bugün olduklarından daha büyümek için ilk stratejik adımları nasıl olmalı? Belki biliyorsunuzdur, Kjell A. Nordström ve Jonas Ridderstråle, “Funky Business – Delifişeklik” adlı bir kitap yazdılar. Bu kitap, içinde bulunduğumuz zamanı “fazlalık çağı” olarak tanımlıyor ve bu tip bir toplum modelini şöyle anlatıyor: “Her şeyden o kadar çok var ki… Fazlalık çağındayız. Daha fazla seçenek. Daha fazla tüketim. Daha fazla eğlence. Daha fazla rekabet. Daha fazla fırsat. Bir aşırılık dünyasına, bir bolluk çağına girmiş durumdayız.’ Aşırı olan şeylerin başında da markalar geliyor. O kadar çok

@UygurTim'in @TurkcellHizmet'i #Hacklemesi ve Hacklemenin Normalleşmesi

Bu sabah @UygurTim adında bir grubun @TurkcellHizmet'in Twitter hesabını hacklemesiyle başlayan olay, @TurkcellHizmet'in hesabının askıya alınmasıyla son buldu. Geriye ise atılan saçma sapan tweetlerin ekran görüntüleri kaldı.  Aşağıdaki ekran görüntülerinde de gördüğümüz gibi, günümüzde bu durum henüz bir markanın başına gelebilecek en büyük krizlerden biri olarak sayılmaktadır. Aynı zamanda bu ve benzeri krizler gittikçe normalleşmektedir ve doğal olan da normalleşmeleridir ve bu kaçınılmaz bir durum olarak önümüzde durmaktadır. Diğer bir anlamda ise neden normalleşmektedir derken bu konuyu şununla açıklamak isterim; Bir markanın başına gelen en büyük kriz hacklenmesi değildir, en büyük kriz aşağıda gördüğünüz durumdur. Hacklenmesi ise bir markanın yaşayacağı krizler arasında en sonlarda gelmektedir.

insan

Yıllar çok çabuk geçiyor ve bu arada olmak istediğin kişi, olduğun kişi ve toplum tarafından olman istenilen kişi arasında sıkışıp kalıyorsun. 3 farklı kişilikle beraber yaşamak ise bazen çok zorluyor. İnsan olduğunu bile unutuyorsun. İnsan olduğumuzu unutmadığımız ve insanca yaşadığımız günlere...

Look Up Eleştirisi

Özge Bayır 'den Gönderi Yukarıdaki video daha önce İngilizce ( http://www.youtube.com/watch?v=Z7dLU6fk9QY  )  olarak yayınlandığında, milyonlarca kişi paylaşmadan edememişti. (Video şu anda sadece YouTube'da 45.7 milyon kişi tarafından izlenmiş) Bugün Facebook'da bir arkadaşımın aynı videonun Türkçe altyazılısını paylaştığını görünce, yorum olarak yazdığım cümlelerin blogumunda da olması gerektiğini düşünerek, yorumumu buraya aldım:  Çok kötü bir videoydu, şimdi de türkçe'ye çevrilmiş.. öte yandan adamın söylediklerinin doğruluk payı var, ama abarttığı kadar korkunç değil, hatta bu korkunç olmaktan öte gayet sıradan ve normal bir durum. çünkü; sonuç olarak insanlar her dönemde farklı bir şekilde değişiyor, büyüyor, farklı bir şekilde iletişim kuruyor ve farklı bir şekilde yaşıyorlar. bu yaşanan durum ise, yaşanmakta olan durumu kötü göstermediği gibi, yaşanmakta olanı  daha iyi de yapmaz. sadece yaşananları kendi dönemleri içinde ele alınmasını gerek

Cumhurbaşkanlığı Seçimi

Cumhurbaşkanlığı seçimleri nihayet geldi geçti.  Tabiki beklendiği gibi RTE kazandı ve bir kaç gün sonra köşke çıkacak.  RTE'nin seçimi büyük bir farkla kazanacağı zaten herkes tarafından bekleniyordu ve bu yüzden seçim sonucu kimseyi pek şaşırtmadı. Şaşıranlar ise sadece CHP ve Gülen Cemaati oldu.  Gerçi şu bir iki günlük tartışmalardan görüyoruzki Cemaat ve CHP'de pek şaşırmamış. Onlar da RTE'nin kazanacağından emindiler ama yine de kafa tutmaktan geri kalmak istemiyorlar ve kaybedeceklerini resmi olarak görmek istiyorlardı. Seçim sonrası ise resmi olarak görmüş oldular. Oyumu RTE'ye vermiş olsam da, Demirtaş'ın konuşmalarındaki o kucaklayıcı dil kesinlikle istediğim bir cumhurbaşkanı olduğunu gösteriyordu. Ama CHP'nin de üstünde oy oranı ile kazanamayacağını düşündüğümden oyumu verememiştim. Keşke CHP'nin imkanları ve gücü Demirtaş'da olsaydı ve ben de oyumu ona verebilseydim. Kısaca:  Tüm bunları geçecek olursak Demirtaş ise tüm bu hengame

Hasta

3 haftadır aynı sorunu yaşıyorum. Midem ağrıyor. Gittiğim hastanelerde doktorların isteğiyle kan ve idrar tahlilleri yaptım bir şey çıkmadı. Ultrasonda bir şey çıkmadı, filmlerimde bir şey çıkmadı, ama ben 3 haftadır ne yesem kusuyorum. Ne yapsam ağrım dinmiyor. İlaçsız yaşayamıyor gibi oldum. Son iki gecedir acile gidiyorum ama değişen bir şey yok. Sadece iğne yapıp, ilaç yazdıktan sonra gönderiyorlar. Hastanedeyken diğer hastaları gördüğümde halimden şikayet etmeye utandığımdan olsa gerek nerdeyse iyileşir gibi de olmuyor değilim. Ama sonra eve geldiğimde ağrılar sızılar yine başlıyor. Üstelik şu son bir kaç gündür bir şey de yiyemedim. Su bile içsem kusuyorum. Kusunca rahatlıyorum da. Bir de sanki karnıma hava gitmiyormuş gibi hissediyorum "şöyle bir güzel derin derin osursam iyileşirim, bir şeyim kalmaz" diye düşünmüyor değilim. Bugün hemşireye bunu söyledim, güldü. Ama şikayetim devam ediyor. Osurmak demişken, bazen gün içinde osurmak için kendimi zorluyorum da

Ressam ve öğrencisi

Usta bir ressamın öğrencisi eğitimini tamamlamış. Büyük usta, öğrencisini uğurlamış. Çırağına " Yaptığın son resmi, şehrin en kalabalık meydanına koyar mısın?" demiş. " Resmin yanına bir de kırmızı kalem bırak. İnsanlara, resmin beğenmedikleri yerlerine bir çarpı koymalarını rica eden bir yazı iliştirmeyi de unutma" diye ilave etmiş. Öğrenci, birkaç gün sonra resme bakmaya gitmiş. Resmin çarpılar içinde olduğunu görmüş. Üzüntüyle ustasının yanına dönmüş. Usta ressam, üzülmeden yeniden resme devam etmesini tavsiye etmiş. Öğrenci resmi yeniden yapmış.Usta, yine resmi şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş. Fakat bu kez yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde boya ile birkaç fırça koymasını söylemiş. Yanına da, insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı bırakmasını önermiş. Öğrenci denileni yapmış. Birkaç gün sonra bakmış ki, resmine hiç dokunulmamış. Sevinçle ustasına koşmuş. Usta ressam şöyle demiş: &

Facebook'da Bonus Genç reklamlarıyla taciz edilmek

Online'da reklam yapmak o kadar başarılı sonuçlar veriyorki, bu yüzden bazı markaların artık ofline reklam mecralarındaki bütçelerinin büyük bir bölümünü online tarafa kaydırdıklarını biliyoruz.  Online reklamlarda hedeflemeler ise, reklam mecrasını kullanan kullanıcıların verdikleri kişisel bilgiler doğrultusunda yapılıyor.  Kişisel bilgilerimi bende Facebook ile paylaşıyorum ve üstelik yaşımı, cinsiyetimi, nerede oturduğumu, nerede çalıştığımı, ne yaptığımı vs en ince detaylarına kadar Facebook ile paylaşıyorum. Facebook da bana ait bu bilgiler doğrultusunda reklam verenlere, reklam yapmak istedikleri kişileri listeliyor ve diyorki; şu yaşta şu kadar kişi kullanıcım var, bu kullanıcılara reklam yapabilirsin. Reklamveren de bu kullanıcılar arasında kendi hedef kitlesine uyanlara belirlemiş olduğu strateji doğrultusunda reklam yayını yapmaya başlıyor. Böylece reklamverenin yaptığı reklam maliyeti çöpe değil, direkt olarak tekrar cebe atılmış oluyor. Ama işte ne yazıkki o

İş hayatı ve arkadaşlık

İş yerinde, patronlar tarafından arkadaş kelimesinin fazla kullanılmasından dolayı; bazen midemin bulanıp, başımın ağrıdığını hissettiğim zamanlar olmuştur. O yüzden bu rahatsızlığı blogumda yazmak istedim. Midemin bulanıp, başımın ağrımasının nedeni; patronlarımın arkadaşlık kelimesi arkasına saklanarak, biz çalışanlar üzerinde adeta bir sömürü düzeni kurmuş olmalarından kaynaklıydı.  Bu durumu bir kaç kez patronlarımla da konuşmuştum. Özet olarak şöyle demiştim: aramızda parasal bir bağ var. Bu yüzden biz arkadaş değiliz ve asla arkadaş olamayacağız. Çünkü ben hayatımı idame ettirmek için sevdiğim bir işi yaparak para kazanmaya çalışıyorum, siz de para kazanmak için beni işe aldınız. Ben işimi yapmadığım zaman maaş vermeyip beni kapıya bırakacaksanız veya siz bana maaşımı vermediğiniz zaman ben işi bırakacaksam bu arkadaşlık değil, bu bir ticari anlaşmadır. Bu anlaşmaya bağlı kalarak ilerlememiz en doğrusudur.  Şu cümleyi de eklemek istemişimdir "bunun dışındaki beklen

İş hayatı ve konuşmak

Gittiğiniz kafelerde veya buna benzer mekânlarda yan masadaki hararetli konuşmalara şahit olmuşsunuzdur. Bunlar arasında arkadaş çekiştirmeleri neyse de, ofis çekişmelerinin konu edilmesini her zaman garip karşılamışımdır. Şu şuna şunu demiş, bu buna böyle demiş ile başlayan cümleler bitmek bilmez.  İnsanların o an yanlarında olmayan arkadaşlarını rahat rahat çekiştirmeleriyle çok ilgilenmiyorum. Açıkçası bahsettikleri kişiyi tanımadığım ve belki de hiç tanımayacağım için çok önemsemiyorum da, ama iş ilişkisi içerisinde geçen konuların her hangi bir kafede dile getirilmesini biraz trajikomik bulurum. Bir de bu insanlar o markaya ait kocaman logolu giysiler ile ses tonlarına bile dikkat etmeden, iş hayatlarındaki sıkıntıları, diğer iş arkadaşlarıyla yaşadıkları olumsuzlukları tartışmaları, çalışma şartlarından şikayet etmelerinin, çalıştıkları o marka adına çok üzücü bir durum olduğunu düşünüyorum. Çalışanlarınıza üzerinde şirketinizin kocaman logolarının olduğu bir giysi, ünifor

Sırbistan Gezisi

Vodafone Cepte WiFi - Herkesi Kendine Bağla Reklamı

Vodafone'nun bu aralar ekranlarda çok sık dönen reklam filmini izlediniz mi? Eğer izlemediyseniz öncelikle en altta bulunan reklam filmini izlemenizi, daha sonra ise bu yazıya devam edip tekrar izlemenizi rica edeceğim... Reklamı her izlediğimde gülmek yerine; Vodafone'un kendi müşterilerini aşağılamak, küçük görmek üzerine kurgulanmış bir reklam olduğunu düşünüyorum. Böyle düşünmeme neden olan ise sanırım reklamdaki diğer oyuncuların, Ersin Korkut'un canlandırdığı karakterle dalga geçmelerinin Vodafone kullanıcılarıyla dalga geçmek ile eşdeğer de olduğunu hissettirmesi oldu. Yine aynı zamanda reklamı her izlediğimde; aslında Vodafone kendi müşteri kitlesinin profilinin bu olduğunu söylediğini de düşünmeden edemiyorum.

Sırbistan'dan kareler