Ana içeriğe atla

Mehmet Semih Söylemez ile Duygusal Sermaye üzerine

‘İki limon satıcısı yan yana gelse, orada iktidar mücadelesi başlar.’



Mehmet Semih Söylemez, Duygusal Sermaye adlı kitabıyla, girişimcilerin ve yöneticilerin, şirketlerinin rekabet gücünün kaynağını oluşturabilecekleri, temellerini dayandırabilecekleri çok önemli bir alana dikkatlerimizi çekiyor. Dünyanın en büyük mobilya parçaları üreticilerinden biri olan AGT firmasının CEO’su Mehmet Semih Söylemez’in Duygusal Sermaye isimli çalışması, başarıyı yakalamak isteyen şirketler için önemli bir yol haritası özelliği taşıyor.
Kitabınızın adı nasıl ortaya çıktı?Kitaba ilk başladığımda, açıkçası ismi konusunda farklı düşüncelere sahiptim. Ancak kitabın taslağını Sn. Doğan Cüceloğlu ile paylaştığımda, o; “Mehmet, senin tüm anlattıkların “duygusal Sermaye”yi işaret ediyor demişti. O gün ismi kondu.
Daha kitabın ilk sayfalarında “…kurumları yok olmaya götüren yol, tutuculuğun taşlarıyla döşenir..” gibi müthiş bir tespitiniz var. Kaldıki elimizdeki iş hayatındaki tecrübelerinizden yola çıkılarak yazılmış olsada, aslına bu cümleniz sadece iş yaşamıyla alakalı olarak değil, genel anlamda hayatın her alanıyla da yerinde bir tespit olmuş. Bu anlamda sadece “iş hayatı”yla alakalı olarak değil, sosyal yaşantımızda da tutuculuk üzerine neler söyleyebilirsiniz?İnsan zamanı ile senkron yaşadığında hayat anlamlı olabilir. Hayat her gün değişiyor. Teknoloji değişiyor, iletişim değişiyor, ilişkiler değişiyor, algı değişiyor. Değişen bu dünya içinde mutlu bir hayat sürebilmenin yolu, bu değişimin farkında olmaktır. İnsan değişimin farkında olduğunda, “uyum” konusunda sorun yaşamaz. Ancak; “ben zamanın dışındayım” gibi bir mantıkla bakan herkesin “zaman” ile kurduğu ilişki de bir sorun olduğu açıktır. O yüzden zamanla beraber yaşayan kimselerin “tutuculuk” illetine tutulmaları pek mümkün değildir. Olanak olsa da bütün insanlara, zamanın kolumuzdaki saatten ibaret olmadığını anlatabilsek… Dünya daha güzel olurdu…
Üretim alanlarını “yaşayan yapılar” olarak görmekten bahsediyorsunuz. Bunu biraz daha açabilir misiniz?İnsanların hayatı canlı ve cansız varlıklar olarak ayırması mantıksızdır. Aynı “aura” içinde olduğumuz bütün varlıklar canlıdır. Ve üstelik onlarla iletişim içindeyizdir. Üretim alanları da makineler, binalar, ürünler ve ve insanlarla bütün bir canlı organizmadır. Üretim alanlarına böyle baktığımız sürece, orada sorun üretme ihtimali azdır. 
Kitabınızda bir çok hikâyeye yer veriyorsunuz. İskilipli berber hikâyesi de bunlardan biri. Sizinde söylediğiniz gibi, bugün o berberin günümüzde yaşamını sürdürebilmesi imkansız. Peki ama öyleyse bizler nerde yanlış yapıyoruz veya iskilipli berberin doğrusu neydi ki bizler onu bulamıyoruz?Bir sanayici olarak bunu söylemem ne kadar doğru bilemem. Ancak zamanın  giderek insani ilişkileri ortadan kaldırdığı bir gerçek. Eskinin “insani” ilişkileri, bugün “vahşi” dünyasında “arkaik bir davranış”a dönüşmüş durumda. Gönlümüzden geçse de bugün bunu hayal etmek bile açıkcası anlamsız. Bugünler bile gelecekte özlenecek diye düşünüyorum. İnşallah yanılırım…
Sanayiide kullanılan makinelere birer sanat eseri olarak gördüğünüzü okuyunca, fabrikalarda çıkan sesleri de; adeta bir konser gibi algıladığınızı düşündüm. Sahi makineler birer sanat eserleri ise, fabrikadan çıkan sesler sizin için neyi ifade ediyor?Sanat dediğimiz olguyu müzelerin duvarları içinden çıkarıp, hayatın içine dahil edebilsek, belki İskilipli Berberin bugünkü versiyonları ile karşılaşabiliriz. Hayata dair her şey sanat eseri gibidir. Özellikle de makineler. Onları öyle görebildiğinizde, üretim alanlarına koşarak gidersiniz. Sesler o zaman büyük senfonilere dönüşebilir. Buradan şöyle bir sonuç çıkmasın; makinelere tutsaklıktan söz etmiyorum. Böyle bir durumda bir makine fetişizmi ortaya çıkar ki, işletmeleri batıran nedenlerden biri de budur…
 CEO’lar toplantısında Lucien Arkas’ın “…bir şirketin birinci hedefi büyümek olamaz…” cümlesi, sizin kitabınızda şöyle bir cümle kurmanıza sebep olmuş; “…bir şirketin kaderini tek bir cümle dahi derinden etkileyebilir..” diyorsunuz. Toplantı sonrasında, şirketiniz için nasıl değişilikler yaptınız?Her şirket, doğru yönetildiğinde, doğal bir gelişme ve büyüme gösterir. Bu akışı çok zorlamak, birinci önceliğe büyümeyi koymak, kurum içindeki birimlerin dengeli büyümesini engeller. Bir organizmanın dengesiz bir büyüme seyri izlemesi ise, sonunun olumsuzluklara çıktığı bir tünele girmesi anlamına gelir. Bütün kurumlar büyümeli, ancak kontrol edilemeyen büyümelerin sonuçlarından “iyi” çıkmıyor…
Sanayicilerin “makine fetişizmi”nden bahsediyorsunuz. Aslında kitabınızda değinmişsiniz ama ben yine de, belki ekleyeceğiniz yeni şeyler vardır diye düşünerek sormak istiyorum; Bu fetişizmin önüne geçebilmeleri için ne yapılması, nasıl bir iş hayatı-alanı oluşturulması lazım?Makinelere tutsak olmak, onların her problemin çözümü olduğunu düşünmek, arızanın başlangıcını oluşturur. Nasıl ki insan hayatında nesne takıntısı, problemlere yol açıyorsa, benzer sonuçları da makineler karşısında alabiliriz.
Kitabınızda çok fazla “israf” konusuna değiniyorsunuz. Sanayiideki israf konusunda neler söyleyebilirsiniz, israfın önüne geçilebilmesi açısından neler önerirsiniz?Bütün kötülüklerin anası diyebileceğim unsurların başında gerçekten “israf” gelmekte. İnsan hayat ile ilişkisinde ruhunu besleme konusunda cömert, bedenini besleme konusunda ise cimri olmalıdır. Dünya bize bugün “ölçüsüz tüketimi” empoze ediyor. Mutsuzluğun kaynağı açıkcası burada başlıyor. Her bütçe, denklek üzerine kurulmalıdır. İster dev bütçeler, ister çok küçük bütçeler… Denklik yoksa, mutsuzluk ve sıkıntı var. Bugün dünyanın yaşadığı krizin temel nedeni de bu denk olmama olduğu çok açık.
Babanızın daha küçücük atölyenizdeyken sizden “günlük rapor” tutmanızı istemesi ve sizin rapor tutmayı gereksiz bulup bunu babanıza söylemenizden sonra, onun size “sözcükler çok şey söyler, ancak rakamların netliği onlarda yoktur” demesi beni inanılmaz derecede etkiledi. Babanız nasıl biriydi, siz onu nasıl tanımlarsınız? Dünya’ya, hayata, işe bakışı nasıldı?En büyük şansımın, Ahmet Söylemez’in hem babam, hem de ortağım olması olduğunu düşünürüm. Bir insanın önünde rehber olan, danışabileceği birinin olması kadar büyük bir şans yoktur. Babam bu konuda bizim en büyük destekçimiz ve rehberimiz olmuştur. Bir tarafta analitik bir zihin, diğer tarafta kontrollü bir duygusallık. Tam danışılabilecek kişi. Bir insane daha ne ister ki?
‘Bilginin iktidar gücü olarak kullanılması’ kavramını sizin açınızdan,  biraz daha açmanızı istersek, bu konuda neler söyleyebilirsiniz?Bugün dünyanın yaşadığı problemlerin başında “iktidar erki”nin geldiği açık. İki limon satıcısı yan yana gelse, orada iktidar mücadelesi başlıyor. Aynı şey “bilgi” konusunda da geçerli. Bilgi, hayatın içinde çözümleyici bir unsur olmaktan çıkıp, gücün bir parçası haline gelen bir dönemi yaşıyoruz. O yüzden, insan, statükoyu tehlikeli buluyorsa, iktidar kavramını her an sorgulamalı… Tabii her tür iktidarlardan söz ediyorum.
Kitabınızda bazı şirketlerin kısa zamanda yok olmaları konusuna da yer yer değinmeleriniz var. Sebep olarak da “mutlak doğruluklar”dan bahsediyorsunuz. Şirketlerin büyümeye devam etmesi için “mutlak doğrular”ı terketmeleri bir zorunluluk mu?“Mutlak doğru” olabilir mi? Sürekli değişimin yaşandığı bir dünya da “mutlak doğru”lardan söz etmek mümkün değil. Bugün için doğru olanın, sonsuza kadar doğru olmasını düşünmek, “ölümsüzlük” hayali kurmak ile eşanlamlıdır.  Oysa insanlar, zamanı geldiğinde ölmeli ki dünya yenilensin.

Hayal kurmak konusundaki sözleriniz, insanları hayal kurmaya yönlendirme çabanız fazlasıyla göze çarpıyor. Peki siz en son neyi hayal ettiniz?Hayal kurmak iyidir, ancak hayallerden söz etmeye başladığınızda; “ters giden birşeyler var demektir”… Hayaller gerçeğe dönüştüğünde konuşmak, anlatmak iyidir…
Çalışanlarınızdan birinin yıllık ankette “fabrikada kendisine dokunabileceğimi hissettiren patron benim için gerçek patrondur” cümlesini kurabilmesi çok etkileyici. Bu cümleyi size yönelik olarak mı kullandı, yoksa hayalindeki patronu mu tasvir etti. Aslında soruyu şöyle sormak daha doğru olabilir; çalışanınızın ifade ettiği patron siz misiniz? Sizce siz nasıl bir patronsunuz? Son olarak; merak ediyorum, bu cümleyi kuran çalışanınızla, hala beraber çalışıyor musunuz?Şunu kabul etmek gerekir ki, zamana ve mekana bağlı olarak, insanların çalışan ve patron algıları da değişmekte. Çalışanımızın böyle düşünüyor olması bizi çok mutlu eder. O duyguya karşılık gelebilecek bir insane olmak güzel. Ancak tüm bu duygular, doğru üretim içinde olmalıdır. Herkes birbirini çok seviyor ama, üretim kötü. Bunu kimse ve biz istemeyiz. İnsanların mutluluğu, işini doğru yaptığında artar. Bu arada, o çalışanımız hala bizimle…
Duygusal Sermaye 
Yazar: Mehmet Semih Söylemez
 Final Kültür Sanat Yayınları 
1. Baskı / Mart 2012 / 246 Sayfa
Mehmet Semih Söylemez; Türkiye’nin en büyük 500 sanayi kuruluşundan biri olan AGT A.Ş.’nin yönetim kurulu üyesi ve CEO’sudur. 
Yazarın ilk kitabı olan Duygusal Sermaye, 2012 yılında Final Kültür Sanat Yayınlarından çıktı.
Bu röportaj daha önce okuryazar.tv'de yayınlanmıştır.

Yorumlar