Ana içeriğe atla

@onuryuksel ve @loylum ile @baya_iyi bir röportaj :)


Paylaşımlarını çok sevdiğim @instagram hesaplarından biri olan @baya_iyi'nin yöneticileri; Onur ve Oylum'a röportaj teklifinde bulundum, onlar da kabul edince, ortaya aşağıda okuyacağınız bu keyifli röportaj çıktı. Herkese iyi okumalar :)

Twitter:      https://twitter.com/baya_iyi
Facebook:  https://www.facebook.com/bayaiyi
Instagram: https://www.instagram.com/baya_iyi/
Web Site:   http://bayaiyi.com/


Sizi uzun zamandır takip ediyor,
çekimlerinizi çok beğeniyorum. Gerçi bunu defalarca paylaşımlarınızın altında dile getirdiğimi biliyorum ama yine de söylemeden edemedim. Hatta, sanki tüm fotoğraflarınız için ayrı ayrı dile getirmeliyim gibi hissediyorum. Çünkü o kadar güzel çekiyorsunuz :)
Ayrıca 3-5 kişi dışında kimsenin okumayacağı bir röportaja evet deme mütevaziliğinde bulunduğunuz için de teşekkür etmek istiyorum: Teşekkür ederim ve hoş geldiniz!

Oylum : Asıl biz teşekkür ederiz İbrahim, bize değer verdiğin ve vakit ayırdığın için.
Onur: Çok mutlu olduk.

Sizi birazcık tanıyorum ama hani bu yazışma gerçekten bir röportaj gibi olsun ve belki bu sayede bilmediğim yönleriniz vardır diye sormak istiyorum:
Bana biraz kendinizden bahseder misiniz? Pardon kimsiniz?
 Oylum : 6 yaşımdayken babam bana büyük bir dünya haritası hediye etti. Yatağımın yanındaki duvara asılı, boyu benden büyük bir çerçeve içindeydi bu harita. Geceleri şehirleri, ülkeleri ezberleyerek, bir gün onları göreceğimi hayal ederek uykuya dalardım. Çocukluğum boyunca ailece çıktığımız arkeoloji seyahatleri ve o harita bugünkü Oylum’un özü bence. Dünyayı daha fazla tanımak, sevdiğim şehirlere defalarca gitmek, hayran olduğum tarihi yapıların ve sanat eserlerinin karşısında durmak, seyahat etmek hayatımın amacı oldu. Ben çocukken internet yoktu tabi, bilgiye o kadar açtım ki sürekli ansiklopedi okuyordum. Kardeşimle oyunlarımız bile ansiklopediyi kullanarak uydurduğumuz yarışmalardı. Marmara İletişim’de Gazetecilik okudum. Mimar Sinan’da Sanat Tarihi hemen altındaki tercihimdi, keşke Sanat Tarihi okumuş olsaydım. 1997’de medya planlama ajansında çalışmaya başladım. 2010’un sonuna kadar da aynı sektörde çok mutsuz çalıştım. 2006’da ilk dslr fotoğraf makinemi aldım ve fotoğraf çekmek için seyahat etmeye başladım. 2007’de seyahat konusunda blog yazmaya başladım. Onur’la tanışana kadar çok sıkıcı bir hayatım vardı. Ne yapmak istediğimi biliyordum, ama bunu tek başıma yapacak cesaretim yoktu. Onur hayatıma girdiğinden beri tamamlandığımı hissediyorum. 2010’dan sonraki Oylum’u tek başına anlatamam, anlamsız olur, ben fazlasıyla Onur’un Oylum’u oldum. Her şeyi paylaşıyoruz, ilk günden beri bir ikili olduk ve bu şekilde sonsuza kadar yaşamak istiyorum.  

Onur: İlk fotoğraf makinem bas çek filmli bir makinaydı. Deklanşöre bastığım ilk zaman kendimi süper kahraman gibi hissetmiştim. Zamanı durdurabiliyordum Orta sonda (sanırım artık böyle denmiyor ) Unesco’nun öğrenci değişim programı ile Berlin’e gittim. İlk profesyonel fotoğraf eğitimini orada aldım. Sonrasında bu değişim programı ile Avrupa’da fotoğraf çekme ve karma sergilere katılma şansım oldu. Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünü bitirdikten sonra kurumsal hayata geçtim, bir yandan da Bilgi Üniversitesi’nde yüksek lisans yapıyordum. Sonrası… Oylum’la karşılaştım. Hayatımın en şanslı anıydı. Birlikte karar almanın verdiği cesaret ile kurumsal hayat ile vedalaştık. Tek amacımız birlikte fotoğraf çekip, dünyayı görmekti. Hala o almış olduğumuz kararın peşinden gidiyoruz.  

Birbirleri için yaratılmış insanları görmeyeli uzun zaman olmuştu. Açıkçası gittikçe inanmamaya da başlamıştım. Ama kurduğunuz cümlelerle  "birbirleri için yaratılanlar" inancımı tazelediniz. Demekki "birbirleri için yaratılmışlar" deyimi boşuna söylenmemiş.
Peki birbirinizi bulup, yeni bir hayata adım atarken, iş arkadaşlarınız, aileleriniz, yakın çevreniz; kariyerlerinizi-işinizi geride bırakıp yeni bir hayata başlıyor olmanız hakkında ne diyorlardı?
Ve siz hiç kimseyi dinlememişseniz bile; her şeyi geride bırakırken hiç korkmadınız mı "yanlış yapıyoruz, yanlış yaptım" ve bunlara benzer daha nice sorular aklınıza takılmadı mı?
Oylum : Aileler, arkadaşlar delirdiğimizi düşündü. Hata yaptığımızı, çok pişman olacağımızı söyleyenler çoğunluktaydı. Ama bizim en ufak bir endişemiz olmadı. Hatta bu kararları almak için üzerine enine boyuna düşündüğümüzü bile hatırlamıyorum. Sanki önümüzde hep açılmasını beklediğimiz bir kapı vardı, birden anahtarı bulduk, düşünmeden açıp girdik. Onur’un da benim de motivasyonumuz para, mal, mülk olmadığı için bu kadar rahattık belki. En kötü ne olabilirdi ki, beceremezsek mecbur 1 yıl sonra kurumsal hayata geri dönerdik. 
  
Onur, Oylum'la karşılaşmanızı "hayatının en şanslı anı" olarak değerlendiriyorsun. Oylum sen de "ilk günden beri bir ikili olduk ve bu şekilde sonsuza kadar yaşamak istiyorum" diyorsun. İki birbirinden farklı parçanın, bu kadar güzel bir şekilde bütünleşmiş olarak uyum sağlaması bence çok çok ilham verici. Peki size ilham veren şeyler neler?

Onur: Doğa, hayvanlar, tarih, sanat, arkeoloji, sinema, müzik. Bu konularda sürekli kitaplar, araştırmalar okuyoruz, belgeseller izliyoruz. Fotoğraf konusunda en büyük ilhamımız resimler, özellikle empresyonist resimlerin renkleri ve kadrajları bize çok ilham veriyor. Filmleri de görüntü yönetmeninin gözünden izliyoruz, ilginç gelen kadrajları aklımıza yazıyoruz. Belgesel ve araştırma yazıları konusunda hiç seçici değiliz, iyilerin hepsini yıllar önce bitirdik zaten, artık internette yeni ne varsa okuyup, izliyoruz. Her gece 1 film izliyoruz, film yoksa iyi bir polisiye dizi tercihimiz.

Oylum, yukarıda "keşke sanat tarihi okumuş olsaydım" dedin. Buna karşılık olarak ben de "keşke okusan" diyorum :)
Çünkü insanın içinde, isteyip de yapmadığı bir şeyler olunca, onu yapmadan, gerçekleştirmeden rahat edemiyor. Ya da ben edemeyenlerdenim. Zaten o yüzden de, hayatım 5-6 yılda bir baştan sona değişiyor. Sorum ise şu; seni sanat tarihi öğrencisi olarak görme şansımız olacak mı, öyle bir şey düşünüyor musun? Yoksa "benden geçti, zaten kendimi de bu konuda yeterince eğittim ve hâlâ devam ediyorum" mu diyorsun?
Oylum : Çok güzel soru. New York’ta, Roma’da, Floransa’da, Paris’te, Londra’da, Barselona’da, Amsterdam’da yaşıyor olsak, sanat tarihi okumak için elimden geleni yapardım. Ama İstanbul’da bu kesinlikle hedeflediğim bir şey değil. 
Yeniden 18 yaşında olsam sanat tarihi okumak isterdim. Bu sayede sanata olan ilgim 23 yaşında değil, 18 yaşımda başlardı, 5 sene önceden araştırmaya, okumaya başlardım. 
Benim sanat aşkım, özellikle resme olan ilgim teorik olarak değil, ilk kez Sistina Şapeli’nde Michelangelo’nun yaptıklarını görmemle başladı. Yani okuyup öğrendiğim için değil, görünce hissettiklerim için resimlere aşık oldum. Sanat müzeleri ile dolu saydığım şehirlere her fırsatta ve defalarca gitmem de bundan. 
İstanbul’da sanat tarihi konuşmaları, seminerleri olduğunda kaçırmıyorum, mutlaka gidiyorum. Bu konuda yeni bilgiye çok açım. Şu anda da İstanbul Modern’in düzenlediği “Modern ve Çağdaş Sanat” isimli 10 derslik seminerlerine katılıyorum. Onur beni okula giden bir öğrenci gibi uğurluyor Salı sabahları. 
Ama yıllardır konuşmasını dinlediğim akademisyenlerin 10’da 9’u beni anlattıklarıyla heyecanlandırmadı, ufkumu açmadı. Çok fazla kitaptan anlatım yapıyorlar. Yani Michelangelo’nun sanatını hayatında İtalya’ya gitmemiş bir profesörden dinlemek, benim resimleri karşısında hipnoz olduğum Seurat’yı “işte o da farklı olmak için böyle bir teknik denemiş” diyen bir akademisyenden dinlemek bana haz vermiyor. Çok okuyan mı bilir, çok gezen mi? Ben ikisi de diyorum ve sanat heyecanımı sürekli yenilemek için sürekli okuyorum ve müzeleri, sergileri geziyorum.

Soğuk, renksiz ve heyecansız anlatımlara ilgi duymaman konusunda o kadar haklısınki, düşüncelerine ve hislerine katılmamak elde değil. 
Onur, eğer olurda Oylum'un ilerde sanat tarihi okumak gibi bir kararı olursa nasıl hareket edersin?
Onur : Oylum karar verdiyse uygulaması için sadece yardımcı olurum. Ama benim gördüğüm de Türkiye özelinde öğrenci olmak yerine, seni ne heyecanlandırıyorsa onu okumak daha keyifli. "Öğrenciler, üniversiteler" heyecanını kaybetmiş tanımlar gibi geliyor bana.

Aslında bu sadece Türkiye için geçerli durum değil diye düşünüyorum. Çünkü genel olarak öyle bir akım var. Bunun nedeni olarak şimdilik interneti görüyorum. Tekrar size dönecek olursam:
http://bayaiyi.com/hakkimizda/'da okuduğ
uma göre ilk büyük maceranızı 2010'da Kenya'ya evlenmek için gittiğiniz de yaşadınız. Peki nasıl tanıştınız, ne zamandır berabersiniz?
Oylum : Bizi kimse tanıştırmadı, biz birbirimizi bulduk. İnternet sayesinde herkes ruh eşini kendi bulabilir bence. Şubat 2010’da sevgili olduk, aynı yıl Kasım’da evlendik.

Bi yastıkta kocayın:)
İnternetin nimetleri saymakla bitmiyor. Hayatlarınıza en büyük dokunuşu yapmış olması dışında, yani tanışmanıza vesile olması dışında, internet sizin için neyi temsil ediyor? Sizin için internet nedir?
Onur: Çok teşekkürler. Ucu bucağı görünmeyen bir kuyu, burada kaybolmak da çok kolay. İstediğin bilgiye ulaşmak için çok zaman harcaman da gerekebiliyor, pat diye önüne çıktığı da oluyor. Ve tabiki her çıkan bilginin doğrulanmaya ihtiyacı oluyor. Ama sunduğu çeşitlilik bu eksi yönlerini kolayca telafi ediyor.

Şöyle bir cümleniz var " Hayatımızı birleştirdiğimiz anın da büyük bir macera olmasını ve birbirimize her fırsatta seyahat etmek için verdiğimiz sözün bir sembolü olmasını istedik." ama ben yine de sormak istiyorum; evlenmek için Kenya'ya gitme fikri kimden çıktı? Neden aşkın başkenti Paris veya yaşamakta olduğunuz şehir dururken, Kenya? :)
Oylum : Onur’la tanışmadan önce, Masai Mara’da tek başıma safariye çıkmak için Kenya’da yerel bir tur firmasıyla görüşmüştüm, uçak biletim hazırdı. Gerçek bir serüven olması için Türkiye’den bir tur firmasıyla gitmek istemiyordum. Büyük kedilere karşı büyük bir hayranlık besliyorum, aslan ve leoparı yerinde görmek istedim. Ailem kıyamet kopardı, daha önce fazla sevgiden bir aslan kafesinin içine kolumu sokmuşluğum vardı. Başıma bir şey geleceğini düşündüler ve o seyahati iptal ettirdiler bana. En son kardeşim o uçağa binersem bomba ihbarı yaparım demişti. Gerçekleşmeyen hayal burada dursun. Evlenmek bizim için heyecan vericiydi ama geleneksel bir düğün ortamı, ilgi odağı olmak hiç bize göre değildi, fikri bile içimizi karartıyordu. Aileler illa düğün olacak dedi, o zaman 

Nemrut Dağı’nda evlenelim dedik. Herkes oraya gelmeye kalkar, yol insanlara eziyet olur dediler. Peki o zaman tamam, yurtdışında evlenin dediler. Onlar da herkes gibi Paris, Roma benzeri bir şehir seçeceğimizi sanıyorlardı. Ama Onur’un bana bir sürprizi vardı, hayalimi gerçekleştirecekti. Biz Kenya diye tutturunca ailelerimiz de manyak olduğumuza karar verdi haliyle, bizi kendi hayalimizle baş başa bıraktılar sonunda. Yurtdışında evlenmek için Türkiye’de evleniyor gibi tüm işlemleri eksiksiz yapıyorsunuz, üstüne büyük elçiliğin istediği evrakları ve izinleri sağlıyorsunuz. Bürokratik olarak zorlu bir süreç ama Nairobi Büyük Elçiliği çalışanları bizi büyük bir sevgi ile kucakladı, çok duygusal, çok anlamlı bir tören oldu. 

Evlilik nasıl gidiyor? Sadece "iyi" değil de evliliğin "Baya İyi" dediğiniz yanları neler?
Onur : Bu sorunun tek bir doğru cevabı yok. Evlilik denilen şey maalesef düğün gibi çok basma kalıp terimler içine sıkıştırılmış. Dolayısıyla bir genelleme yapmak istemiyorum. İlla bir formül olacaksa, ona da baya iyi dersek “biz olmak” derim sanırım. Oylum’u benim bir parçam gibi düşünüyorum ve o parça hep yanımda olsun istiyorum.

Nedense @baya_iyi projesini, beraberliğinizin temsili gibi görüyorum. 
Onur: Baya iyi bizim kendimize olan notlarımız, ikimizin de bu “baya iyi”, bunu unutma dediğimiz fotoğraflarımız. Tamamen bizim ortak zevkimizi yansıtmasını hedeflemiştik. Bu his geçtiyse ne mutlu bize, amacımız tamamen buydu.

Şundan emin olabilirsinki; bu his bana fazlasıyla geçti :)
Peki @baya_iyi nasıl ortaya çıktı, neden başka bir isim değil de @baya_iyi  ?
Oylum: “Baya iyi” kendi aramızda çok kullandığımız bir sıfat. Böyle vurgulayarak, “ooo baya iyi” şeklinde söylediğimiz bir tabir. İsim hakkını yıllar önce almıştık zaten, biz bunla bir şey yaparız diye. 2013’te ayrı ayrı 5-6 blog yazdığımızı farkettik. Neden bunları ortak bir blogda paylaşmıyoruz dedik. Her şeyi paylaşıyoruz, blog da ortak olsun, sadece ikimizin de “baya iyi” dediklerini paylaşalım dedik. Tarih, müzik ve tasarım Onur’un daha çok okuyup yazdığı konular, sanat, coğrafya ve sinema daha çok benim. Seyahat yazılarımızı ortak yazdığımız için her paragrafta farklı bir bakış açısına rastlayabilirsiniz. Bu sayede farklı ilgi alanlarına bilgi verebilen, aynı yerden farklı açıda, farklı histe fotoğraf sunabilen ortak bir blog ve instagram sayfası ortaya çıktı.

İyi ki ortaya çıkmış :) bayaiyi.com'da şöyle bir cümleniz var:
"Türkiye gibi olağanüstü bir coğrafyada yaşadığımız için kendimizi çok şanslı hissediyoruz." cümlenizi biraz açmanızı istesem.

Oylum: Anadolu müthiş bir coğrafya, her köşesinde bir doğa harikası var, o yoksa binlerce yılık bir tarih saklı. Arabaya atlayıp, kendi ülkenizde yüzlerce yer keşfedebilirsiniz. Gez gez bitiremiyoruz Türkiye’yi. Bir de doyamadıklarımız var, her sene gidip görsek yetmeyen müzeler, antik kentler, doğa harikaları var. Unesco Dünya Mirası listesine seçilen Türkiye’den 18 yer var. Çatalhöyük kaldı sadece, diğer 17’sine birlikte gittik, fotoğrafladık. Unesco’nun geçici listesinde ise 77 yer var Türkiye’den, bir sonraki hedefimiz de o listeyi tamamlamak.   

Unesco Dünya Mirası Listesi'nden ziyaret ettiğiniz bu 17 yer içinde, sizin en çok ilginizi çeken ve mutlaka görülmesi gerekir dediğiniz iki lokasyonu sizden ayrı ayrı rica etsem?
Tabii sizce nedenleri ve beğendiğiniz yönleriyle beraber :)

Onur: Xanthos ve Letoon antik kentleri, ve tabi Likya. Kaş ilçesine bağlı antik kentler hem doğası hem de günümüze kadar gelen tarihi yapılarıyla başka bir dünya gibi. Bu değerlere sahip olduğumuz için çok şanslıyız. 2010’dan beri her sene gidiyoruz Kaş’a, tüm antik kentleri her sene ilk kez görüyormuş gibi heyecanla ziyaret ediyoruz. 
  
Bir çok markayla da işbirliği içine giriyorsunuz. Çalıştığınız markaları seçiyor musunuz, yoksa aslında olaya kendi bakış açınızı yansıtabileceğiniz herhangi bir marka ile çalışabilir misiniz?
Oylum : Marka işbirliklerinden kazandıklarımızı seyahat etmek, yeni keşifler yapmak için kullanıyoruz. O yüzden çalıştığımız markalar bizim için kıymetli, bir şekilde hayalimize ortak oluyorlar.
Çalıştığımız markalar kadar, çalışmadığımız markaların da bizim bakış açımızı yansıttığına inanıyoruz. Tüketmediğimiz, faydalı bulmadığımız, ilham almadığımız markalarla çalışmıyoruz. Malasef bizimle çalışmak isteyen her 10 markadan 9’u bu şekilde bizim hayatımızda olmayan markalar, onları kibarca geri çeviriyoruz. Çalıştığımız markalar ile ya yıllardır çalışıyoruz ya da yıllarca çalışmayı hedefliyoruz. Her birini uzun süreli bir iş ortaklığı olarak görüyoruz.    
  
Aldığınız tüm projelerde kendi tarzınızla ilerliyorsunuz, bu durum markalar için sıkıntı yaratıyor mu? Veya farklı bir yaklaşımla çekim yapmanızı isteyen oluyor mu?
Onur : Instagram sayfamızda yer almak için bizimle iletişime geçen markalar, tam olarak ortaya koyduğumuz içeriği kendi markası için isteyenler oluyor çoğunlukla. Bizim bakış açımız, bizim fotoğraf renklerimiz, bizim metinlerimizle. Biz özgürce kendi içeriğimizi yaratıyoruz.
Bir de Baya iyi’den bağımsız, fotoğrafçı ve yazar olarak markalarla çalışıyoruz. O durumda içeriklerin tamamını markaların istediği şekilde çıkarıyoruz. Markanın istediği renk ve stilde fotoğraflar, istediği detayda yazılar.
Onlar bizim ismimiz olmadan kendi sayfalarında yayınlanıyor. Markalara fotoğrafçı olarak hizmet vermek bizi çok heyecanlandıran bir iş son yıllarda. Yepyeni bir ürün için çekim tekniklerimizi ve yaratıcılığımızı zorluyoruz, normal çekmediğimiz tarzda fotoğraflar çekmek de yeni bir yolculuk bizim için, çok keyif alıyoruz. 

Sayenizde gitmediğim yerlere gidiyor, gitmiş olduğum yerlerdeki detayları ve bir çok güzelliği ise @baya_iyi sayesinde fark ediyorum. Tüm çalışmalarınız ve sorularıma zaman ayırdığınız için tekrar teşekkür ederim. Sevgiler, iyi çalışmalar.
Oylum & Onur : Biz teşekkür ederiz İbrahim :)





















-->

Yorumlar