Röportajların giriş
kısmında, röportaj yapılan kişi hakkında kısa bir bilgi verilir ve bu bilgi
sonrasında röportaj akar gider. Ama bu röportajda kısa bir bilgi yok ve bu
yüzden röportajı okuyup kısa bilginizi kendiniz edinmelisiniz. Buyrun
röportaja:
Merhaba, öncelikle kabul edip zaman ayırdığın için teşekkür ederim.
-Sorun değil.
Merhaba, öncelikle kabul edip zaman ayırdığın için teşekkür ederim.
-Sorun değil.
Biraz kendinden bahseder misin; kimsin, neler yaparsın?
-47 yaşında, şu an Paris’te, bundan önce 18 sene İstanbul’da
yaşayan bir pazarlama ve inovasyon akademisyenim.
Peki 47 yaşında olmak nasıl bir his? 47 yıllık yaşamına dönüp
baktığında ne görüyorsun?
-İlginç bir soru.
Biraz orta yoldayım gibime geliyor. En az 20 sene daha çalışacağım galiba, o yüzden kariyer açısından en iyi
günlerim ileride diye düşünüyorum. Geriye baktığımda bir sürü hata ve doğru
karar görüyorum ama yine de dolu dolu bir hayat yaşadım sanki, şanslıyım.
Senin için hata nedir? Neyi hata olarak görüyorsun?
Rica etsem, bir veya bir kaç hatanı örnekleyerek, senin için
"hata"nın ne olduğunu açar mısın?
-Hata olarak çok büyük bir hata yok aslında daha ziyade küçük
hatalar, mesela çocukken su çiçeği hastalığını geçirmemişim ve 20 küsur
yaşındayken aşı yaptırma ihtimalim olmasına rağmen yaptırmadım ve 27
yaşındayken geçirdim. Bir sene boyunca bir sürü komplikasyonları vardı.
Yine üniversitede (undergrad) çok çalışmadığım için zar zor 6
senede bitirdim ve GPA çok düşüktü. Sonra master veya doktora başvurumu
yaparken o biraz handikap olmuş ama sonuçta bir çözüm yolu bulabildim.
İstanbul'da 18 yıl yaşadığını söyledin ve bu yüzden şu üç soruyu
sormak istiyorum:
1) İstanbul'a gelmeden önce,
2) İstanbul'da yaşamaya başladıktan sonra,
3) ve İstanbul'da yaşadıktan sonra nasıl bir Türkiye gördün?
Veya Türkiye olarak genellemek yerine, sadece İstanbul özelinden
sorarsak, nasıl bir İstanbul gördün?
-Türkiye’ye gelmeden önce temel şeyler dışında, hakkında çok fazla
bir bilgim yoktu aslında. Hani başkenti neresidir, İstanbul diye bir şehri var
vs biliyordum ve belki Çanakkale hakkında da biraz bilgim vardı ama çok fazla
bir bilgim yoktu. O yüzden (mümkün olduğu kadarıyla)gayet önyargısız geldim.
İlk gelişim 1995 yılı falandı. Şehir, kış aylarında kömür
kokuyordu ve pis bir şehirdi. Yani dışarıya çıkıp tekrar eve girdikten sonra
üstüm pisti. Ama yine de İstanbul'un bir enerjisi vardı ve kalabalıktı.
Tabii zaman geçtikçe daha fazla kalabalıklaştı, çok daha gürültülü
oldu ve bu da benim için çok yorucu olmaya başladı.
Bir kısım yabancılar İstanbul’a aşıktır, ben hiçbir zaman
İstanbul’a aşık falan değildim. Ben ona tahammül ettim, o da bana : )
Bugün ise İstanbul çok daha modern bir şehre benziyor (1995’la
kıyasladığında), metro vs gayet iyi o zamana göre. Hala yetersiz ama iyi.
Futbol stadyumları daha iyi vs vs
Yukarıda "pazarlama ve inovasyon akademisyeniyim"
dedin. Bu iş etiketi altında neler yapıyorsun? Neler yaptın?
-Çeşitli şeyler yapıyorum:
1) Hem lisans, hem yüksek lisans öğrencilerine ve hem de farklı
şirketlerde çalışanlara pazarlama ve inovasyon dersleri veriyorum.
2) Bu konularda akademik makaleler yazıyorum. Tabi bunlar daha çok
iş dünyasına hitap eden makaleler oluyor. Örneğin: http://knowledge.essec.edu/en/strategy/big-data-and-lean-startup-approach-tools-innovatio.html
3) Çeşitli şirketlere hem dijital pazarlama ve hem de inovasyon
ekosistemi üzerine danışmanlık veriyorum.
Alman olduğunu biliyorum. Neden
Almanya'da değil de farklı ülkelerde çalışıyorsun?
-Alman değilim : )
İskoçum. 24 yaşındayken üniversiteden mezun olduktan sonra biraz
gezmeye karar verdim ve ilk işim bir İngilizce öğretmeni olarak Ankara’da bir
dershanede çalıştım. Sonrasında Bilkent Üniversitesi’nde çalıştım ve oradayken
master yapmaya ve masterımı da pazarlama üzerine yapmaya karar verdim. Bir çok
üniversiteye baktıktan sonra Sabancı Üniversitesi'nde MBA yapmaya karar verip
orada yaptım.
Oradayken bir hocayla tanıştım ve onun sayesinde ABD’ye gidip
doktora yaptım. Onu yaptıktan sonra tekrar Türkiye’ye dönüp önce Bilkent’te,
sonra Özyeğin’de çalıştım ve 2018’ın başında Paris'e ESSEC Business School’a
geçtim.
Sanırım biraz macera, biraz iyi hava, biraz da değişiklikler için
İskoçya’da çalışmıyorum ve artık Brexit olunca oraya dönmeyi de pek
istemiyorum. Zaten bu kadar dışarıda kaldıktan sonra orada yaşamak zor olur
sanırım.
(Bendeki algın hep Alman olduğuna dairdi :) Yanılmışım. )
Evet maceracı bir yanın var. Peki maceracı yanının sana
kazandırdığı en büyük şey ne oldu?
-Herhalde bana risk almayı kazandırdı.
Çünkü maceraya atılmak, hep bir risk içeriyor ve bunu
değerlendirip ona göre karar vermek önemli bir kazanç benim için.
Bir de şunu biliyorum; ne olursa olsun gerekli olduğunda, her
hangi bir yerde yaşamam mümkün.
Sanırım bu konuda ben de senden pek farksız değilim.
Yukarıda söylediğin "Brexit olunca dönmek istemem"
cümlesinden yola çıkarak sormak istiyorum; neden Brexit sonrasında dönmek
istemezsin? Sonuçta İskoçya yine aynı İskoçya değil mi? Aynı İskoçya olmayacak
mı?
Senin için aradaki fark nedirki Brexit sonrası oraya dönmek
istemiyorsun?
-Britanya'da atmosfer değişti. (Yani özellikle İskoçya’da yalnız
değil, genel olarak Britanya'da değişti)
Aslında tam açıklamak zor ama yükselen milliyetçilik hoşuma
gitmiyor diyebilirim. Yoksa direkt engelleyen bir şey yok pek, ama sanırım
psikolojik olarak engelleyen bir şey var.
"Britanya da atmosfer değişti" cümlenden kastın ne?
-Her ülkenin bazı insanlar ırkçı oluyor ve
arada sırada o da ortaya çıkıyor. Maalasef Brexit süresinde ırkçılar çok bariz
bir şekilde kendileri göstermeye başladı. Aynı anda Brexit sanki anti-global
bir hareket olarak görüyorum ve benim gibi bir insan için çok ters bir hareket.
"Yükselen milliyetçilik" tanımına katılmıyorum. Çünkü
"milliyetçilik denen şey hep vardı. Sadece varlığını internet ve medya
sayesinde daha da görünürleştirdi" diye düşünüyorum. Ne dersin? Sence de
böyle mi, yoksa gerçekten günden güne artan bir milliyetçilik mi var?
-O doğru olabilir bilemiyorum, netice
sosyal medya herkese platform sundu ve herkes artık konuşuyor ve başka
insanlara daha rahat bir şekilde ulaşıyor. Böyle olsa dahi çok fark etmiyor
bence çünkü yükselen milliyetçilik olsa ya da sadece daha fazla görünen
milliyetçilik olsa yine rahatsız edici.
Merak ettiğim diğer şey ise; İskoçya'ya dönüşünü engelleyen
psikolojik nedenler. Bunların ne olduğu hakkında bir fikrin var mı, yoksa
sadece böyle mi hissediyorsun?
-Bir açıklamam yok sadece bir his var.
Daha önce Türkiye'de çalıştın, ama şimdi
Fransa'dasın. Türkiye'de çalışma deneyimlerin hakkında neler söylemek istersin?
-Türkiye ilginç ama bi o kadar da yorucu bir yer. Çünkü Türkiye
devamlı hareket halinde olan bir ülke. Gündem devamlı değişiyor ve bir yerden
sonra ben yoruldum.
Çalışmak için ise Türkiye esnek bir yer ve nispeten serbesttim.
Ama aynı zamanda sistem tam çalışmadığından ve kabilesel bir yer olduğu için,
sende o kabileye ait değilsen (ki yabancı olarak orda bir kabileye ait olmam
imkansız) zor bir yer. Yabancı biri olarak Türkiye'de kendime ait yer bulmak
baya zor – en azından benim için öyleydi.
Ama varlığından bahsettiğin zorluklara rağmen Türkiye'de 18 yıl
yaşamışsın :) Bu da, çok da zor bir hayat yaşamadığının göstergesi gibi
görünüyor.
Şimdi Fransa'dasın ve bu yüzden şöyle sormak istiyorum; Türkiye
mi, Fransa mı? Neden?
-Şu anda Fransa.
Çünkü yukarıda da söylediğim gibi Türkiye beni yordu. Bu yüzden
artık biraz daha huzurlu ve daha sistemli bir hayat istiyorum.
Açıkçası o huzuru Türkiye'de bulamadıysan, başka bir yerde
bulacağına inancım yok :)
Türkiye kültürü ile çok ilgilisin ve bu "ilgin sempatik
bulman nedeniyle değil de, daha çok Türkiye'yi sevmenle ilgili" diye
düşünüyorum. Türkiye'yi sevme nedenlerin neler?
-Ben hayatımın bir büyük parçasını Türkiye’de geçirdim ve bir sürü
Türk (ya da Türkiyeli) arkadaşım var. Kızımda yarı Türk ve hakikaten
Türkiye'deki insanların iyi bir hayatının olmasını istiyorum.
Bunların dışında Türkiye’yi seviyorum ama nedenini bilmiyorum.
Bu soru benim için çok zor bir soru aslında. Daha önce ben de kendime
birkaç kere sormuştum ama cevabı bulamadım. Zaten sevmeseydim o kadar kalmazdım
ve ABD’den sonra da Türkiye'ye dönmezdim.
Bu cevabını diğer cevaplarına oranla daha içten buldum.
Sina Afra'ya verdiğin bir yanıtta "Türkiye'yi startup'ların
kurtarmayacağını" söylemiştin. Bunu biraz açar mısın? Ne demek istedin?
Startup'lar neden Türkiye'yi kurtaramasın?
-Startup'lardan ziyade orada mülkiyet hakları üzerine durmak
istedim. Türkiye gelişmek istiyorsa o zaman çok sağlam bir property
rights(mülkiyet hakları) olmalı. Yoksa hiçbir şey kurtaramaz.
Startup'lara gelince; bu biraz fetişizm haline geldi artık. Tamam,
ok, startup önemli ama fazla oraya odaklanılmamalı. Çünkü Türkiye'nin daha temel
sorunları var diye düşünüyorum.
Maceracı yönünden dolayı, bir çok kültürü yakından görmüş biri
olarak daha iyi bilirsin ki temel sorunlar sadece Türkiye'ye özgü değil. Bütün
toplumların, ülkelerin bir çok temel sorunu var ve Türkiye'nin sorunlarının da
olması normal bi durum. Çünkü dünya sürekli değişiyor ve bu değişim içinde
temel ihtiyaçlarımızın sıralaması bile yer değiştirirken, bu sorunların
olmaması garip olurdu. Şimdi bu pencereden bakacak olursak; ne söylemek
istersin?
-Farklı ülkelerin farklı sorunlar var. Bazıları daha temel,
bazıları daha lüks.
Bana göre Türkiye'nin sorunları çok daha temel. Hani nasıl bir
ülke isteniyor, Osmanlı’yla nasıl bir ilişki olacak, laiklik hangi anlamında
geliyor vs vs . Bunların hâlâ oturmamış olması Türkiye için bir hayli zor.
Zaman ayırdığın için tekrar teşekkür ederim.
Yorumlar
Yorum Gönder
Fikir, görüş, öneri ve yorumlarını paylaştığın için teşekkürler.