Hem alaylı, hem okullu reklamcı Ahmet Durmuşoğlu ile kurucu ortak olduğu icerikbulutu.com ve diğer şeyler hakkında röportaj yaptım. Kendisini yakından tanımak isteyenleri şöyle alalım.
İyi okumalar.
İnstagram: @ahmetdurmusoglu
Twitter: @ahmetdurmusoglu
https://www.icerikbulutu.com/
-->
İyi okumalar.
Her röportajın ilk sorusu olan "Ahmet
Durmuşoğlu kimdir?" ile başlayalım mı? Kimsin, neler yaparsın?
-Öncelikle
kendini anlatmanın, tanımlamanın çok zor
olduğuna inanıyorum. Ayrıca kendimi formlara sokmayı sevmiyorum. Çünkü
insanlarım kafasındaki formlarla eşleşenleri siz belirleyemiyorsunuz. Bundan
dolayı daha nesnel tanımlamalar yapmaya çalışayım. Yani sana göre ya da bana
göre olmayanlarla :)
34
yaşındayım, "hem alaylıyım, hem okulluyum" derim hep. Reklamcılık
okudum, pazarlama iletişimi yüksek lisansı yaptım. Stajyerlikten başladım,
masanın neredeyse her tarafında farklı pozisyonda çalıştıktan sonra kendi
işlerimi kurdum.
Türkiye’de
internet reklamcılığının en taze dönemlerinden beri bu ekosistemde iş
yapıyorum. Evliyim ve dünya tatlısı iki oğlum var.
Bugün olduğun yeri (işin, evliliğin, çocuklar, hayata bakış açın vs) tasarlamış mıydın? Yoksa aslında
zamanın akışı içinde, değişen programı olanlardan mısın?
-Tam
anlamıyla planladığımı söyleyemem. Hayat akarken getirdiklerine göre konumlanıp
karar veriyorum. Çok uzun vadeli planlara inanmıyorum. Ama hayatın sizinle
karşılaştırdıklarına hazırlıklı olmak için çalışmaya ve sabretmeye inanıyorum.
İş
konusunda her zaman kendi işimi yapacağımı biliyordum.
Sevdiğim
birisi olursa evleneceğimi tahmin ediyordum.
Öğrenmeye
devam eden ve aptal olmayan herkes gibi fikirlerim ve hayata bakış açım her
öğrendiklerimle değişiyor, bunu normal karşılıyorum.
Bu iki büyük değişiklik sana ne kattı? veya katkısı var mı?
-Evlilik
sorunlu bir kurum bence ama her türden ilişki gibi doğru kişiyle
güzelleşebilir.
Ben
çok akıllı bir kadınla ve en iyi dostumla evlendim, dolayısıyla hayat kaliteme
katkısı çok oldu.
Özellikle
girişimcilerin hayatlarındaki kadınlar/erkekler çok önemli. Bunu ancak bu süreci
yaşayanlar bilir.
Çocuklarla
ilgili konuşacak kadar bir deneyimim daha oluşmadı. Ama gerçek oyun değiştirici
unsur çocuklar sanırım, bunu ileride daha çok fark edeceğimi düşünüyorum.
Bir
de sanırım ‘çocuklar’ kalıcı olmanın, dünyaya bırakılan mirasın vücut bulmuş
halleri.
Bendeki algın; çok
çalışkan, hep koşturan ve sürekli üreten biri olmana dair. Bu yüzden şunu
sormak istiyorum; çalışma hayatında
veya genel olarak yaşamında kendine örnek
aldığın biri veya birileri var mı? Yoksa aslında kimseyi örnek almıyor, örnek
olmaya çabalayanlardan mısın?
-Öyle
evet. Üretmek kendimi ifade ettiğim, ortaya koyduğum, tanımladığım bir
alan. Çok biyografi okuyan,
okuduklarından öğrenen birisi olarak herhangi birisini örnek almıyorum.
Yanlış
anlaşılmasın; beğenmediğim, yeterli görmediğim için değil. Herkesin kendi
şartları içerisinde değerlendirilmesi gerektiği için kimseyi örnek almıyorum,
alamıyorum.
Kimseye
örnek olmak gibi bir derdimde yok açıkcası. Benim derdim kendimle.
Takip ettiğim kadarıyla,
kitap okumaya da fazlasıyla zaman ayırıyor ve beğendiklerini de paylaşarak takipçilerine
öneriyorsun. Bunca koşuşturma arasında nasıl olurda kitap okumaya vakit
buluyorsun?
-Kitap bir
beslenme yolu benim için, anlamak için,
öğrenmek için, dinlenmek için, durmak için, rahatlamak için kitap
okuyorum.
Vakit bul(a)mayanlar,
zamanlarını ne yaparak geçiriyorlar? :) Bu bahaneye asla inanmıyorum. Şöyle
yapalım; bu röportajı okuyanlardan
birileri ‘zaman yokluğundan’ şikayet edip kitap okuyamıyorsa cep
telefonlarındaki ekran kullanım zamanlarına bir baksınlar. O kaybettikleri, harcadıkları,
tükettikleri zamanlarda neler okunur neler.
Hem ben daha iyi ve
daha ucuz bir öğrenme metodu bilmiyorum.
Bu tespitin benim ve eminim benim gibi bir çok kişi için pek
mantıklı olmayacak. Çünkü 10 yıldır kitapları
ekrandan okuyorum :) Peki
beğendiğin kitapları önermen dışında, başucum dediğin bir kitap var mı?
-Yok sanırım.
Olmaması ne anlama
geliyor bilmiyorum, ama yok :)
Sadece girişimcilerin
okuması gerektiğine inandığım bir kitap var; Basecamp’ın kurucularının yazdığı
’Sil Baştan’ (Rework kitabı) mutlaka okumalarını öneririm.
Önerin için teşekkürler,
not aldım, en kısa zaman okuyacağım.
Şimdiki işin olan icerikbulutu.com'u bilenler zaten var, ama
bilmeyenleri sitedeki "hakkında" kısmına yönlendirmeden, bir kaç cümle ile senden dinlemek istesem; nasıl ortaya
çıktı, neden içerikbulutu?
-Marka,
kobi ve ajansların kısacası internet varlığı olan tüm kurum ve kuruluşların farklı türlerdeki
içerik ihtiyaçlarına ölçeklenebilir ve profesyonel bir cevap yaratan içerik
pazarlaması platformudur.
"Nereden
ortaya çıktı" sorusunun cevabı standart ama her başarılı girişimin ortak
cevabı sanırım; ihtiyaçtan.
icerikbulutu.com
bir önceki girişimimiz olan erospirlanta.com'un bir problemine
çözüm arama, bulma ve bu problemin
sadece bizim değil tüm sektörün ortak bir problemi olduğuna kanaat
getirme neticesinde ortaya çıktı.
"Neden icerikbulutu.com?" Çünkü en
iyi, en profesyonel ve içerik pazarlamasına en çok yatırım yapan şirketiz. Bu
konuda mütevazi olamayacağım, sayılar mütevazi olmamı engelliyor :)
Böyle bir iş fikri
için neye ve ne kadar paraya ihtiyaç vardır? Veya daha açık sorayım; ne kadara mal oldu?
(Para tabiki önemli ama bence
maliyeti sadece para olarak düşünmek hatalı olabilir. Bu yüzden "mal
oldu" cümlemi yanıtlarken, para başta olmak üzere, sabır, azim, bilgi,
aldığın manevi destek, proje aşamasında ve hayata geçirirken yaşadığın
sevinç veya öfke patlamaları gibi kıstasları da katarak cevaplarsan çok sevinirim.)
-Böyle bir iş için ne kadar ihtiyacınız olduğunu
sizin kim olduğunuz, tecrübeleriniz gibi faktörlere göre çok değişir.
Eğer böyle bir işi gerçek anlamda hakkıyla yapmayı
planlıyorsanız bu işi yapacağınız zamanda
yapmayarak kaybedeceklerinizi hesaplamanız lazım.
Bence milyonlara mal oldu.
Paylaşımlarından birinde şirket için
"2018 yılı Ağustos ayında % 100 büyümeye
gidildiğini" söylemiştin. Şimdi Mart 2019'a gelmişken
sormak istiyorum:
İçerik Bulutu 2018'de ne kadar büyüdü? Bu
büyümeyi bekliyor muydunuz veya beklentiniz neydi?
-Paylaşmamış mıyım Twitter’da? :)
Bu sene bizim büyüdüğümüz değil ‘sıçradığımız’ bir
sene oldu.
Her anlamda büyüdük. Ekip, ofis, ciro, içerik
üreticisi. Büyüme oranımız, son çeyrekle beraber % 130’u geçti.
Maşallah. Paylaşmışsan bile sanırım
büyüme oranını kaçırmışım :)
Peki bu % 130 büyüme çalışanlara da
yansıdı mı?
Veya şöyle sorayım; çalışanlara ve
"içerikbulutu.com"un yaşamasına destek olanlara yansıması nasıl
oldu?
-Maaş zamları, değişen ve iyileşen fiziki koşullar
vb gibi yansıyan olumlu tarafları oldu.
O zaman nice başarılara inşallah :)
Peki herkesin aslında görebileceği, göz önünde olan basit
bir fikir, nasıl oldu da bu kadar büyüdü ve hâlâ büyümeye devam ediyor?
-Çünkü fikir işin sadece %1’ini oluşturuyor. icerikbulutu.com herkesin gördüğünü
varsaysak bile harekete geçmediği ya da geçemediği bir fikirde olabilir.
Ayrıca harekete geçmek bir eylem yaratsa da
böylesine bir sonuç getirmeyebilir. Sonuç için pazar-ürün uyumu, girişimci
tecrübesi, deneyim gibi faktörler çok önemli.
Biz tecrübeli ve deneyimli iki girişimci olarak
yola çıktık. Konfor alanımızı terkettik ve gerçekten çok çalıştık.
Ben sorayım o zaman bu fikir benim aklıma gelmişti
diyenlere; aklınıza gelen o ‘çok iyi’ iş fikirleri için nelerden vazgeçersiniz?
Haklısın.
Yeri gelmişken sormak
isterim; Türkiye'de girişim ekosisteminin çoğunlukla popüler işler üzerinden
yürümesi konusunda neler söylemek istersin. İnsanımızın parası var ama iş fikri
mi yok?
Ya da olay tam olarak ne
olabilir?
-Bu tüm dünyada
böyledir muhtemelen. Popüler girişimcilerin etrafları doludur, mecralar, medya v.s
hep onlardan bahseder. Bu yüzden bu kişilerin
etrafında başka insanların toplaşması çok doğal. Buradan nemalanmak isteyen, yan yana olmaktan
fayda sağlamaya çalışanlar vb bunları çok doğal karşılıyorum şahsen.
Burada bir problem
yok ama Türkiye’de bir ‘sınıf’ oluşturulmaya çalışıldı yıllarca. Belli
etkinlikler, belli kişiler ve belli şirketler. Eğer bu müfredattan, bu
tezgahtan geçmezsen ‘girişimci’ olamazsın gibi.
Bu doğru değil. Bu
yaşananlar, aşağıdaki sorularında kitap önerisi olarak verdiğim ‘Sil Baştan’
kitabı bu tanımlamayı şöyle yapıyor. ‘Üye olmayanların giremeyeceği bir kulübe
benziyor’
Bu kulüpleri kurmaya
çalıştılar, başarılı da oldular ama değişiyor değişecek. Çünkü bu işin
doğasında var.
Paylaşımlarını sıkça
takip ettiğim için şu tweetini beğendiğimi söylemeliyim:
"Hep aynı,
şişirilmiş, birbirine benzeyen etkinliklerde aynı kişileri görmekten bıktınız
mı? Bu şişirilmiş balonlar yüzünden göremediğiniz gerçek başarı hikayelerini,
gerçek girişimcileri, gerçek hikayeleri izlemek, dinlemek ister misiniz?" Gerçekten de hep
aynı kişiler, aynı sunumlar, cümleler vs vs. Tüm bu tekrarlar, girişimci
ekosistemini kirletip ve belkide yeni fikirlerin, girişimlerin çıkmasını
önlüyor olabilirler mi?
-Evet olabilir, ciddi bir kakafoni var. Benzer kişilerden
benzer sesler çıkıyor. Sesleri çok çıkıyor üstelik, çünkü tek işleri genellikle
ses çıkarmak. Dolayısıyla bu konuda çok iyiler. Bu sarmal uzun yıllardır devam
ediyor. Genç beyinleri etkileyip yanlış
yönlendirdiklerine eminim. Çok şahit oldum. Tek bir şirket kurmamış kişilerin
‘girişimcilik’ aforizmaları anlattığı, danışmanım diye dolaşan soytarıların
fink attığı bir yer oldu internet endüstrisi ve bundan rahatsız olunmaması beni
çok rahatsız ediyor.
Çok ciddi bir yanılgı
var. ‘’Siz doğruyu anlatın, onlarda yanlışı anlatsın. İnsanlar mutlaka doğruya
ulaşır.’’ Bu tamamen yanlış bir önerme. Doğru ile yanlışı ayırt edebilmek çok
ciddi bir deneyim gerektiriyor. Yeni girişimcilerin bunu algılayabilecek
seviyede bir olgunlukları yok. Devamlı yanlış yönlendiriliyorlar. Bununla ilgili bir yayın yapma planımı var. Bu twit
oradan çıktı. Gerçekten başarılı girişimcilerin hikayelerini aktarmak
istiyorum.
Buna gerçekten çok ihtiyaç var. Çünkü
aforizma kasanları birazcık dahi takip
ettiğimde, pek de boş insanlar olduklarını fark etmiştim.
Bir girişimci olarak, İçerik Bulutu için "nerden
nereye geldi , nereye gidecek?" diye baktığında; ilk olarak gördüğün, şu anki
olduğu yer ve gelecekte olmasını istediğin yer neresi?
-Türkiye’de geleneksel yollarla yapılan bir işi
‘yeniden’ yorumlayıp farklı bir kategori açarak yola çıktı icerikbulutu.com.
Böyle bir kategori yoktu, yarattı, büyüttü, ismini ve standartlarını koydu.
Gitmek istediği yer Dünya Sahnesi. Bu sahneyi
kurmak için geçen sene New York’da şirket kurduk. Şirketi farklı ülkelerde iş
yapan, bir yapıya dönüştürmeyi hayal ediyoruz. Çok uzak değiliz bu hayale.
Umarım hayaliniz çalışmalarınızın sonucu
olarak en kısa zamanca gerçekleşir.
Aynı zamanda yeri gelmişken, şu
"garaj" klişesini de sormak isterim; dünyaca ünlü bir girişim olmak için garaja ihtiyaç
var mı?
-‘Garaj’ artık herkesin bildiği üzere silikon
vadisi kültürünün bir simgesi. Bu simge oranın koşulları ve şartlarında
Stanford Üniversitesi'nin gölgesinde yeşerdi.
Dolayısıyla her ülke, hatta Amerika’nın farklı şehirlerinde bile bir
anlamı yok.
Kimsenin dünyaca ünlü bir girişimci olmak için bir
garaja da ihtiyacı yok. Fakat bu simgeyi oluşturan iklime her ülkenin,
özellikle ülkemizin ihtiyacı var.
Doğrudan ‘garaj kültürünü’ her şeyiyle alsanız bile
çalışmayacağını düşünüyorum ama kendi doğru yolumuzu bulmak zorunda olduğumuz
bir gerçek.
İsrail Ortadoğu’da bir Teknoloji Startupları Mucizesi
yarattı. Londra akıllı beyinleri çekmeye devam ediyor, Berlin Startuplar için
bambaşka bir çekim merkezi oldu. Bizde yapmamız gerekenleri yaparak yolumuzu
bulacağız eminim.
Samimiyetine ve içtenliğine sığınarak şunu
sormak istiyorum:
Bazen iş ilanlarınız arasında stajyer
ilanlarını da görüyorum. Stajyerlere ücret ödüyor musunuz?
Yoksa siz de herkes gibi, yeni mezunlar deneyim kazansın diye onları pişirmeye
odaklananlardan mısınız?(Gerçi bu "pişirme" daha çok, kölelik ve sömürüden ibaret
ama artık modern bi dünyada yaşadığımız için "köle" diyemiyoruz, bunun yerine
"stajyer" deyip geçiyoruz.)
-Tabi ki hep ödedik. Stajyerlere ücret+yemek
veriyoruz.
Buna sevindim :) Çünkü yeni mezunlar, bir
çok yerde "stajyer" adı altında sömürülüyorlar.
Peki markalar için bu kadar çalışan birinin en sevdiği marka hangisi? Böyle bir markan var mı?
Peki markalar için bu kadar çalışan birinin en sevdiği marka hangisi? Böyle bir markan var mı?
-Hayır yok. Hiç olmadı. Komik geliyor ‘love mark’
konusu.
Ben tüketiciyim, fayda çerçevesinde ilişki kurduğum
markalar var sadece, bu kadar.
Bu bakış açısını
sevdim. Sanırım fark etmeden de olsa kendi yaklaşımım da bu şekildeydi. Sen şimdi
kelimelere dökünce netleştirmiş oldum :) Ama yine
de Apple için aynısını söyleyemeyeceğim. Çünkü sadece bana değil, dünya
genelinde büyük bir değişimi tetiklediği için onu Love Mark'ım olarak görüyorum
ve ona ödediğim paranın, son kuruşuna kadar hakkı olduğuna inanıyorum :)
Şimdi Love Mark'tan bir u dönüşü yapalım.
Şu tweetindeki "Kendi iç operasyonlarını yönetemeyen şirketler, girişimlere rakip olmak için şirket kuruyor." tespitinden bahsedelim. Bu durum sadece bize mi özel, yoksa
aslında genel olarak böyle mi ilerleniyor. Ya da; nasıl bir
karar alınmış olarak ilerlenmeli? Bu konuda neler söylemek istersin?
-Türkiye dışındaki pazarlara hakim değilim ama,
dünyada takip ettiğim ve sıklıkla gördüğüm bir şirket davranış modeli var.
Dünya’daki iyi şirketler iyi küçük şirketleri satın alarak hızlanıyorlar ya da
yeni kategorilere giriş yapıyorlar.
Türkiye’de ise büyük şirketler yeni bir alana
girerken 0’dan operasyon kurguluyorlar. Bu inanılmaz aptalca ve kesinlikle
yanlış. Var olan süreçlerini bile doğru yönetemedikleri o kadar aşikarken ‘çok
hızlı’ ve ‘esnek’ davranmaları gereken yeni pazarlarda nasıl rekabetçi
olacaklar anlayamıyorum.
Şu tweetinde "Türkiye rekabetçi
bir pazar. Dünya'nın en iyi perakendecileri (market, zincir mağaza) mevcut
pazar şartları ve rekabet yüzünden çekilmek zorunda kaldılar. Amazon'da olsa
öyle bir günde kimse 'müşteri deneyimini' ya da var olan lojistik deneyimini
değiştiremez. Amazon tabi ki oyun değiştiren olacak ama bir anda tüm deneyim
değişecek demek mantıksız. Mobilyanı yine Nejat Mobilya'dan alacaksın, kargon
Arasla(?) gelecek. Oyun değişimi için daha çok zaman var, bizim pazar
oyuncularının bilinirliği ve pazar refleksleri çok güçlü. Tabi Amazon
Amerikadaki ürünleri gümrüksüz alamayacağız :))) Rekabet iyi, Romantizm kötüdür :)))" diyorsun. Türkiye'den
çekilen markalara baktığımızda çok şaşırıyoruz. Çünkü adeta hitap edecekleri
veya olası müşterileri baştan yaratacaklarını bekliyor gibiydik veya pazarı
komple değiştirecekleri gibi bir algımız var. Ama beklediğimiz gibi olmuyor,
markalar en fazla 2-3 yıl sonra geldikleri gibi gidiyorlar. Bunun nedeni Türkiye'deki yerel
markaların bilinirlilik ve pazar reflekslerinin çok güçlü olduğuna bağlıyorsun,
başka nedenleri var mı? Veya tam olarak neler oluyor? Yetkili bi abimiz olarak,
konuyu biraz açar mısın?
-Türkiye, pazar
şartları kendine has özellikler taşıyan bir ülke. Pazar dinamikleri çok farklı,
var olmak isteyen yerel şirketlerin yıllar içerisinde geliştirdikleri
refleksler çok güçlü.
Son 10 yıldır ülke
olarak yaşadıklarımızı alt alta yazıp toplayın dilerseniz, çıkan sonuç çok
ürkütücü ama yinede yerel şirketler bu reflekslerin getirdiği bağışıklıkla
ayakta kalabiliyor.
Amazon özelinde ise;
Amazon, Türkiye’ye giriş yaptığında sektördeki çoğu insan Amazon’un kısa sürede
tüm sektörü değiştirip pazarı geliştireceğini düşünüyordu. Bu bana çok komik
geldiği için bu twiti atmıştım. Sanırım aylar oldu, Amazon’un Türkiye’de
yaşadıkları, şu an ki konumu en azından şimdilik beni haklı çıkardı. Amazon
Türkleşirse pazardaki konum kazanır tabi.
Amazon çok büyük bir
şirket, ABD’de bu ara çok tartışılan konu Amazon’un sadece e-ticareti değil fiziki e-ticareti bile yuttuğu gerçeği.
Amazon isterse mutlaka olur ama aşılanması lazım.
"Hayattan satın
almamız gereken tek şeyin 'zaman' olduğu" cümlen var. Ona bayıldım.
Sonrasında sorduğun "bugün çalışmayacak
kadar paranız olsa zamanınızı neye harcarsınız?" sorusuna şöyle cevap vereyim:
Düzenli çalışmayı
bırakalı çok oldu. Çünkü zamanımın tümünü verip, büyük bir bağlılıkla
çalışabileceğim işe henüz denk gelmedim. Çalıştığım yerlerde, elle tutulur bir
değer de yaratılmadığını görünce, kendimi para için motive etmiş olsam bile,
çok geçmeden tüm çalışma hevesim de kayboluyor. Bu yüzden artık para lazım
oldukça çalışanlardanım :)
Bunun için hayatımı biraz
alt üst ettim ama dönüp baktığımda değdiğini de rahatlıkla söyleyebilirim. Şimdi soruyu sana yönlendirsem ve şöyle sorsam:
Sen neden bu kadar çok çalışıyorsun, çalışmayacak kadar para mı biriktirme peşindesin ve o paranın miktarı nedir?
Sen neden bu kadar çok çalışıyorsun, çalışmayacak kadar para mı biriktirme peşindesin ve o paranın miktarı nedir?
-Ben sadece para için
çalışmıyorum. Öyle olsa çok daha fazla para kazanabileceğim işleri yapardım.
Katma değerli, bilgi yoğun, oyun bozan işler yapmayı seviyorum.
Çalışamayacak kadar
param olsa da çalışırdım ama sanırım şekli değişirdi.
İnternetin sürekli bir
evrim geçirdiği, insanları da bu evrimle değiştirdiği cümleler hep kurulur.
Sence internet nereye gidiyor, nereye
gidecek? Bu yıl, o yıl mı?
-Nereye gittiğini
bilmiyorum.
İnternet önce
bilgisayarlarımıza, sonra ceplerimize girdi, sonrasında eşyalarımızla
evlerimize. Sanırım bir sonraki aşama bedenimiz ve zihnimiz. Yani bahsettiğim
‘gerçek’ bir temas, bütünleşme.
"İş başvularını
inceliyorum. Yeni mezun, 1 ay iş tecrübesi yok. 7-10 bin arası maaş beklentisi
var. Twitter’dan, Facebooktan, ‘kankasıyla’
konuşur gibi yazanlar, bir ön yazı yazmaya zaman ayıramayanlar. Okuduğunu
anlamayanlar. Rezalet." tweetinden, iş başvurularındaki yeni mezunların
7.000 TL maaş istemelerine kızıyorsun. Burdaki kızma nedenin ne? Sonuçta
insanlar kendilerine bir değer biçiyorlar ve bekledikleri maaş da bu :) Bunu
hak ettiklerini düşünmemekte haklı olabilirsin, ama tepkinin sonunda "rezalet" diye bitirmen biraz fazla değil mi?
-Bilmem, fazla bir
tepkidir belki. Ama insanların kendine ne biçtiğinin bir önemi yok. Kendinize
bir değer biçiyorsanız karşılığında aktaracağınız değeri kanıtlamanız gerekir.
Eğer bunu yapabiliyorsanız 700.000 TL’de isteyebilirsiniz buna herhangi iş
verenin muhtemelen sorun çıkaracağını sanmıyorum.
Eğer bunu
yapamıyorsanız hangi üniversiteden mezun olursa olsun herhangi bir deneyimsiz
çalışanın herhangi bir ülkede 7.000 TL, 7000
Pound, 7.000 Dolar, 7.000 euro alabileceğini, almayı hak edebileceğini
düşünmüyorum.
Yine aynı zamanda
Facebook, Twitter gibi sosyal ağlardan kankasıyla konuşur gibi yazmalarına
kızıyor olmanı da haklı bulmadım. Çünkü
sosyal medyayı hem kişisel, hem profesyonel olarak kullanan biri olarak sende
biliyorsunki, bu ağların kendi dili var ve dolayısıyla kullanım şekilleri de
bundan farklı değil. Hatta o an, kullandığımız ağa göre bir karaktere
büründüğümüzü düşünüyorum. Bunu soruya çevirecek olursam; iletişimde oldukları
ağ yüzünden böyle davranıyor olduklarını düşünüyorum. Ne dersin? Böyle bir şey
söz konusu olabilir mi?
-Olabilir fakat
herhangi bir sosyal mecrada olmayı seçmem, sadece orada olmamdan
hareketle benimle istenildiği tonda ve üslupla konuşulma hakkını karşımdaki
kişiye vermez.
Samimiyetle,
hadsizlik farklı konular. Samimi bir insanım ama hadsizlik pek yapmadığım için
bana yapılmasına da çok katlanamıyorum.
Nezaket ve samimiyet
başka kavramlarla çok karıştırılıyor maalesef. Ben bana ‘hürmet
gösterilsin’ ‘siz’ diye hitap edilsin
talebinde değilim ama nezaket beklemem doğal.
Ayrıca konuyla bağlantılı
olarak şu soruyu da eklemek istiyorum; ön yargılı davrandığını düşünüyor musun?
Veya sence bu konuda önyargılı mısın?
Çünkü sonuçta karşında
sesini duymadığın, davranışlarına şahit olmadığın biri var. Ama sen onları,
seninle iletişimde oldukları ağ içerisinde kurdukları cümlelerinden dolayı
eliyor gibisin :)
Bu konuda ne söylemek istersin, sence redettiklerin arasında, çok iyi bir eleman var mıdır?
Bu konuda ne söylemek istersin, sence redettiklerin arasında, çok iyi bir eleman var mıdır?
(bence vardır :)))
-Ön yargılı olduğum zamanlar olabilir tabi.
Reddettiklerim arasında kesinlikle iyiler hatta çok iyiler vardır. Ben çalışan-
iş veren ilişkisini ‘mükemmel ilişki’ anolojisine çok benzetirim. Mükemmel bir
ilişki için tarafların mükemmel olmasına değil birbirleri için mükemmel
olmaları önemli.
Koşuşturman arasında
röportaj teklifimi kabul edip, zaman ayırdığın için çok çok teşekkür ederim.
https://www.icerikbulutu.com/
-->
Yorumlar
Yorum Gönder
Fikir, görüş, öneri ve yorumlarını paylaştığın için teşekkürler.