Ana içeriğe atla

Hem alaylı, hem okullu reklamcı: Ahmet Durmusoglu

Hem alaylı, hem okullu reklamcı Ahmet Durmuşoğlu ile kurucu ortak olduğu icerikbulutu.com ve diğer şeyler hakkında röportaj yaptım. Kendisini yakından tanımak isteyenleri şöyle alalım.
İyi okumalar.

Her röportajın ilk sorusu olan "Ahmet Durmuşoğlu kimdir?" ile başlayalım mı? Kimsin, neler yaparsın?
-Öncelikle kendini anlatmanın, tanımlamanın  çok zor olduğuna inanıyorum. Ayrıca kendimi formlara sokmayı sevmiyorum. Çünkü insanlarım kafasındaki formlarla eşleşenleri siz belirleyemiyorsunuz. Bundan dolayı daha nesnel tanımlamalar yapmaya çalışayım. Yani sana göre ya da bana göre olmayanlarla :)
34 yaşındayım, "hem alaylıyım, hem okulluyum" derim hep. Reklamcılık okudum, pazarlama iletişimi yüksek lisansı yaptım. Stajyerlikten başladım, masanın neredeyse her tarafında farklı pozisyonda çalıştıktan sonra kendi işlerimi kurdum.
Türkiye’de internet reklamcılığının en taze dönemlerinden beri bu ekosistemde iş yapıyorum. Evliyim ve dünya tatlısı iki oğlum var.

Bugün olduğun yeri (işin, evliliğin, çocuklar, hayata bakış açın vs) tasarlamış mıydın? Yoksa aslında zamanın akışı içinde, değişen programı olanlardan mısın?
-Tam anlamıyla planladığımı söyleyemem. Hayat akarken getirdiklerine göre konumlanıp karar veriyorum. Çok uzun vadeli planlara inanmıyorum. Ama hayatın sizinle karşılaştırdıklarına hazırlıklı olmak için çalışmaya ve sabretmeye inanıyorum.
İş konusunda her zaman kendi işimi yapacağımı biliyordum.
Sevdiğim birisi olursa evleneceğimi tahmin ediyordum.
Öğrenmeye devam eden ve aptal olmayan herkes gibi fikirlerim ve hayata bakış açım her öğrendiklerimle değişiyor, bunu normal karşılıyorum.

Evlilik, sonrasında çocuklar...
Bu iki büyük değişiklik sana ne kattı?  veya katkısı var mı?
-Evlilik sorunlu bir kurum bence ama her türden ilişki gibi doğru kişiyle güzelleşebilir.
Ben çok akıllı bir kadınla ve en iyi dostumla evlendim, dolayısıyla hayat kaliteme katkısı çok oldu.
Özellikle girişimcilerin hayatlarındaki kadınlar/erkekler çok önemli. Bunu ancak bu süreci yaşayanlar bilir.
Çocuklarla ilgili konuşacak kadar bir deneyimim daha oluşmadı. Ama gerçek oyun değiştirici unsur çocuklar sanırım, bunu ileride daha çok fark edeceğimi düşünüyorum.
Bir de sanırım ‘çocuklar’ kalıcı olmanın, dünyaya bırakılan mirasın vücut bulmuş halleri.

Bendeki algın; çok çalışkan, hep koşturan ve sürekli üreten biri olmana dair. Bu yüzden şunu sormak istiyorum; çalışma hayatında veya genel olarak yaşamında kendine örnek aldığın biri veya birileri var mı? Yoksa aslında kimseyi örnek almıyor, örnek olmaya çabalayanlardan mısın?
-Öyle evet. Üretmek kendimi ifade ettiğim, ortaya koyduğum, tanımladığım bir alan.  Çok biyografi okuyan, okuduklarından öğrenen birisi olarak herhangi birisini örnek almıyorum.
Yanlış anlaşılmasın; beğenmediğim, yeterli görmediğim için değil. Herkesin kendi şartları içerisinde değerlendirilmesi gerektiği için kimseyi örnek almıyorum, alamıyorum.
Kimseye örnek olmak gibi bir derdimde yok açıkcası. Benim derdim kendimle.

Takip ettiğim kadarıyla, kitap okumaya da fazlasıyla zaman ayırıyor ve beğendiklerini de paylaşarak takipçilerine öneriyorsun. Bunca koşuşturma arasında nasıl olurda kitap okumaya vakit buluyorsun?
-Kitap bir beslenme  yolu benim için, anlamak için, öğrenmek için, dinlenmek için, durmak için, rahatlamak için kitap okuyorum.
Vakit bul(a)mayanlar, zamanlarını ne yaparak geçiriyorlar? :) Bu bahaneye asla inanmıyorum. Şöyle yapalım; bu röportajı okuyanlardan  birileri ‘zaman yokluğundan’ şikayet edip kitap okuyamıyorsa cep telefonlarındaki ekran kullanım zamanlarına bir baksınlar.  O kaybettikleri, harcadıkları, tükettikleri  zamanlarda neler okunur neler.
Hem ben daha iyi ve daha ucuz bir öğrenme metodu bilmiyorum.

Bu tespitin benim  ve eminim benim gibi bir çok kişi için pek mantıklı olmayacak. Çünkü 10 yıldır kitapları  ekrandan okuyorum :)  Peki beğendiğin kitapları önermen dışında, başucum dediğin bir kitap var mı?
-Yok sanırım.
Olmaması ne anlama geliyor bilmiyorum, ama yok :)
Sadece girişimcilerin okuması gerektiğine inandığım bir kitap var; Basecamp’ın kurucularının yazdığı ’Sil Baştan’ (Rework kitabı) mutlaka okumalarını öneririm.

Önerin için teşekkürler, not aldım, en kısa zaman okuyacağım.
Şimdiki işin olan icerikbulutu.com'u bilenler zaten var, ama bilmeyenleri sitedeki "hakkında" kısmına yönlendirmeden, bir kaç cümle ile senden dinlemek istesem; nasıl ortaya çıktı, neden içerikbulutu?
-Marka, kobi ve ajansların kısacası internet varlığı olan tüm  kurum ve kuruluşların farklı türlerdeki içerik ihtiyaçlarına ölçeklenebilir ve profesyonel bir cevap yaratan içerik pazarlaması platformudur.
"Nereden ortaya çıktı" sorusunun cevabı standart ama her başarılı girişimin ortak cevabı sanırım; ihtiyaçtan.
icerikbulutu.com bir önceki girişimimiz olan erospirlanta.com'un bir problemine çözüm arama, bulma ve bu problemin  sadece bizim değil tüm sektörün ortak bir problemi olduğuna kanaat getirme neticesinde ortaya çıktı.
"Neden icerikbulutu.com?" Çünkü en iyi, en profesyonel ve içerik pazarlamasına en çok yatırım yapan şirketiz. Bu konuda mütevazi olamayacağım, sayılar mütevazi olmamı engelliyor :)

Böyle bir iş fikri için neye ve ne kadar paraya ihtiyaç vardır?  Veya daha açık sorayım; ne kadara mal oldu?
(Para tabiki önemli ama bence maliyeti sadece para olarak düşünmek hatalı olabilir. Bu yüzden "mal oldu" cümlemi yanıtlarken, para başta olmak üzere, sabır, azim, bilgi, aldığın manevi destek,  proje aşamasında ve hayata geçirirken yaşadığın sevinç veya öfke patlamaları gibi kıstasları da katarak cevaplarsan çok sevinirim.)
-Böyle bir iş için ne kadar ihtiyacınız olduğunu sizin kim olduğunuz, tecrübeleriniz gibi faktörlere göre çok değişir.
Eğer böyle bir işi gerçek anlamda hakkıyla yapmayı planlıyorsanız bu işi yapacağınız zamanda  yapmayarak kaybedeceklerinizi hesaplamanız lazım.
Bence milyonlara mal oldu.

Paylaşımlarından birinde şirket için "2018 yılı Ağustos ayında % 100 büyümeye gidildiğini" söylemiştin. Şimdi Mart 2019'a gelmişken sormak istiyorum:
İçerik Bulutu 2018'de ne kadar büyüdü? Bu büyümeyi bekliyor muydunuz veya beklentiniz neydi?
-Paylaşmamış mıyım Twitter’da? :)
Bu sene bizim büyüdüğümüz değil ‘sıçradığımız’ bir sene oldu.
Her anlamda büyüdük. Ekip, ofis, ciro, içerik üreticisi. Büyüme oranımız, son çeyrekle beraber % 130’u geçti.

Maşallah. Paylaşmışsan bile sanırım büyüme oranını kaçırmışım :)
Peki bu % 130 büyüme çalışanlara da yansıdı mı?
Veya şöyle sorayım; çalışanlara ve "içerikbulutu.com"un yaşamasına destek olanlara yansıması nasıl oldu?
-Maaş zamları, değişen ve iyileşen fiziki koşullar vb gibi yansıyan olumlu tarafları oldu.

O zaman nice başarılara inşallah :)
Peki herkesin aslında görebileceği, göz önünde olan basit bir fikir, nasıl oldu da bu kadar büyüdü ve hâlâ büyümeye devam ediyor?
-Çünkü fikir işin sadece %1’ini oluşturuyor.  icerikbulutu.com herkesin gördüğünü varsaysak bile harekete geçmediği ya da geçemediği bir fikirde olabilir.
Ayrıca harekete geçmek bir eylem yaratsa da böylesine bir sonuç getirmeyebilir. Sonuç için pazar-ürün uyumu, girişimci tecrübesi, deneyim gibi faktörler çok önemli.
Biz tecrübeli ve deneyimli iki girişimci olarak yola çıktık. Konfor alanımızı terkettik ve gerçekten çok çalıştık.
Ben sorayım o zaman bu fikir benim aklıma gelmişti diyenlere; aklınıza gelen o ‘çok iyi’ iş fikirleri için nelerden vazgeçersiniz?

Haklısın.
Yeri gelmişken sormak isterim; Türkiye'de girişim ekosisteminin çoğunlukla popüler işler üzerinden yürümesi konusunda neler söylemek istersin. İnsanımızın parası var ama iş fikri mi yok?  
Ya da olay tam olarak ne olabilir?
-Bu tüm dünyada böyledir muhtemelen. Popüler girişimcilerin etrafları doludur, mecralar, medya v.s hep onlardan bahseder.  Bu yüzden bu kişilerin etrafında başka insanların toplaşması çok doğal.  Buradan nemalanmak isteyen, yan yana olmaktan fayda sağlamaya çalışanlar vb bunları çok doğal karşılıyorum şahsen.
Burada bir problem yok ama Türkiye’de bir ‘sınıf’ oluşturulmaya çalışıldı yıllarca. Belli etkinlikler, belli kişiler ve belli şirketler. Eğer bu müfredattan, bu tezgahtan geçmezsen ‘girişimci’ olamazsın gibi.
Bu doğru değil. Bu yaşananlar, aşağıdaki sorularında kitap önerisi olarak verdiğim ‘Sil Baştan’ kitabı bu tanımlamayı şöyle yapıyor. ‘Üye olmayanların giremeyeceği bir kulübe benziyor’ 
Bu kulüpleri kurmaya çalıştılar, başarılı da oldular ama değişiyor değişecek. Çünkü bu işin doğasında var.

Paylaşımlarını sıkça takip ettiğim için şu tweetini beğendiğimi söylemeliyim:
"Hep aynı, şişirilmiş, birbirine benzeyen etkinliklerde aynı kişileri görmekten bıktınız mı? Bu şişirilmiş balonlar yüzünden göremediğiniz gerçek başarı hikayelerini, gerçek girişimcileri, gerçek hikayeleri izlemek, dinlemek ister misiniz?" Gerçekten de hep aynı kişiler, aynı sunumlar, cümleler vs vs. Tüm bu tekrarlar, girişimci ekosistemini kirletip ve belkide yeni fikirlerin, girişimlerin çıkmasını önlüyor olabilirler mi?
-Evet olabilir,  ciddi bir kakafoni var. Benzer kişilerden benzer sesler çıkıyor. Sesleri çok çıkıyor üstelik, çünkü tek işleri genellikle ses çıkarmak. Dolayısıyla bu konuda çok iyiler. Bu sarmal uzun yıllardır devam ediyor.   Genç beyinleri etkileyip yanlış yönlendirdiklerine eminim. Çok şahit oldum. Tek bir şirket kurmamış kişilerin ‘girişimcilik’ aforizmaları anlattığı, danışmanım diye dolaşan soytarıların fink attığı bir yer oldu internet endüstrisi ve bundan rahatsız olunmaması beni çok rahatsız ediyor.
Çok ciddi bir yanılgı var. ‘’Siz doğruyu anlatın, onlarda yanlışı anlatsın. İnsanlar mutlaka doğruya ulaşır.’’ Bu tamamen yanlış bir önerme. Doğru ile yanlışı ayırt edebilmek çok ciddi bir deneyim gerektiriyor. Yeni girişimcilerin bunu algılayabilecek seviyede bir olgunlukları yok. Devamlı yanlış yönlendiriliyorlar. Bununla ilgili bir yayın yapma planımı var. Bu twit oradan çıktı. Gerçekten başarılı girişimcilerin hikayelerini aktarmak istiyorum.

Buna gerçekten çok ihtiyaç var. Çünkü aforizma kasanları birazcık dahi  takip ettiğimde, pek de boş insanlar olduklarını fark etmiştim.
Bir girişimci olarak, İçerik Bulutu için "nerden nereye geldi , nereye gidecek?" diye baktığında; ilk olarak gördüğün, şu anki olduğu yer ve gelecekte olmasını istediğin yer neresi?
-Türkiye’de geleneksel yollarla yapılan bir işi ‘yeniden’ yorumlayıp farklı bir kategori açarak yola çıktı icerikbulutu.com. Böyle bir kategori yoktu, yarattı, büyüttü, ismini ve standartlarını koydu.
Gitmek istediği yer Dünya Sahnesi. Bu sahneyi kurmak için geçen sene New York’da şirket kurduk. Şirketi farklı ülkelerde iş yapan, bir yapıya dönüştürmeyi hayal ediyoruz. Çok uzak değiliz bu hayale.

Umarım hayaliniz çalışmalarınızın sonucu olarak en kısa zamanca gerçekleşir.
Aynı zamanda yeri gelmişken, şu "garaj" klişesini de sormak isterim; dünyaca ünlü bir girişim olmak için garaja ihtiyaç var mı?
-‘Garaj’ artık herkesin bildiği üzere silikon vadisi kültürünün bir simgesi. Bu simge oranın koşulları ve şartlarında Stanford Üniversitesi'nin gölgesinde yeşerdi.  Dolayısıyla her ülke, hatta Amerika’nın farklı şehirlerinde bile bir anlamı yok.
Kimsenin dünyaca ünlü bir girişimci olmak için bir garaja da ihtiyacı yok. Fakat bu simgeyi oluşturan iklime her ülkenin, özellikle ülkemizin ihtiyacı var.
Doğrudan ‘garaj kültürünü’ her şeyiyle alsanız bile çalışmayacağını düşünüyorum ama kendi doğru yolumuzu bulmak zorunda olduğumuz bir gerçek.
İsrail Ortadoğu’da bir Teknoloji Startupları Mucizesi yarattı. Londra akıllı beyinleri çekmeye devam ediyor, Berlin Startuplar için bambaşka bir çekim merkezi oldu. Bizde yapmamız gerekenleri yaparak yolumuzu bulacağız eminim.

Samimiyetine ve içtenliğine sığınarak şunu sormak istiyorum:
Bazen iş ilanlarınız arasında stajyer ilanlarını da görüyorum. Stajyerlere ücret ödüyor musunuz? Yoksa siz de herkes gibi, yeni mezunlar deneyim kazansın diye onları pişirmeye odaklananlardan mısınız?(Gerçi bu "pişirme" daha çok, kölelik ve sömürüden ibaret ama artık modern bi dünyada yaşadığımız için "köle" diyemiyoruz, bunun yerine "stajyer"  deyip geçiyoruz.)
-Tabi ki hep ödedik. Stajyerlere ücret+yemek veriyoruz.

Buna sevindim :) Çünkü yeni mezunlar, bir çok yerde "stajyer" adı altında sömürülüyorlar.
Peki markalar için bu kadar çalışan birinin  en sevdiği marka hangisi? Böyle bir markan var mı?
-Hayır yok. Hiç olmadı. Komik geliyor ‘love mark’ konusu.
Ben tüketiciyim, fayda çerçevesinde ilişki kurduğum markalar var sadece, bu kadar.

Bu bakış açısını sevdim. Sanırım fark etmeden de olsa kendi yaklaşımım da bu şekildeydi. Sen şimdi kelimelere dökünce netleştirmiş oldum :) Ama yine de Apple için aynısını söyleyemeyeceğim. Çünkü sadece bana değil, dünya genelinde büyük bir değişimi tetiklediği için onu Love Mark'ım olarak görüyorum ve ona ödediğim paranın, son kuruşuna kadar hakkı olduğuna inanıyorum :)
Şimdi Love Mark'tan bir u dönüşü yapalım. Şu tweetindeki "Kendi iç operasyonlarını yönetemeyen şirketler, girişimlere rakip olmak için şirket kuruyor." tespitinden bahsedelim. Bu durum sadece bize mi özel, yoksa aslında genel olarak böyle mi ilerleniyor. Ya da; nasıl bir karar alınmış olarak ilerlenmeli? Bu konuda neler söylemek istersin?
-Türkiye dışındaki pazarlara hakim değilim ama, dünyada takip ettiğim ve sıklıkla gördüğüm bir şirket davranış modeli var. Dünya’daki iyi şirketler iyi küçük şirketleri satın alarak hızlanıyorlar ya da yeni kategorilere giriş yapıyorlar.
Türkiye’de ise büyük şirketler yeni bir alana girerken 0’dan operasyon kurguluyorlar. Bu inanılmaz aptalca ve kesinlikle yanlış. Var olan süreçlerini bile doğru yönetemedikleri o kadar aşikarken ‘çok hızlı’ ve ‘esnek’ davranmaları gereken yeni pazarlarda nasıl rekabetçi olacaklar anlayamıyorum.

Şu tweetinde "Türkiye rekabetçi bir pazar. Dünya'nın en iyi perakendecileri (market, zincir mağaza) mevcut pazar şartları ve rekabet yüzünden çekilmek zorunda kaldılar. Amazon'da olsa öyle bir günde kimse 'müşteri deneyimini' ya da var olan lojistik deneyimini değiştiremez. Amazon tabi ki oyun değiştiren olacak ama bir anda tüm deneyim değişecek demek mantıksız. Mobilyanı yine Nejat Mobilya'dan alacaksın, kargon Arasla(?) gelecek. Oyun değişimi için daha çok zaman var, bizim pazar oyuncularının bilinirliği ve pazar refleksleri çok güçlü. Tabi Amazon Amerikadaki ürünleri gümrüksüz alamayacağız :))) Rekabet iyi, Romantizm kötüdür :)))" diyorsun. Türkiye'den çekilen markalara baktığımızda çok şaşırıyoruz. Çünkü adeta hitap edecekleri veya olası müşterileri baştan yaratacaklarını bekliyor gibiydik veya pazarı komple değiştirecekleri gibi bir algımız var. Ama beklediğimiz gibi olmuyor, markalar en fazla 2-3 yıl sonra geldikleri gibi gidiyorlar. Bunun nedeni Türkiye'deki yerel markaların bilinirlilik ve pazar reflekslerinin çok güçlü olduğuna bağlıyorsun, başka nedenleri var mı? Veya tam olarak neler oluyor? Yetkili bi abimiz olarak, konuyu biraz açar mısın?
-Türkiye, pazar şartları kendine has özellikler taşıyan bir ülke. Pazar dinamikleri çok farklı, var olmak isteyen yerel şirketlerin yıllar içerisinde geliştirdikleri refleksler çok güçlü.
Son 10 yıldır ülke olarak yaşadıklarımızı alt alta yazıp toplayın dilerseniz, çıkan sonuç çok ürkütücü ama yinede yerel şirketler bu reflekslerin getirdiği bağışıklıkla ayakta kalabiliyor.
Amazon özelinde ise; Amazon, Türkiye’ye giriş yaptığında sektördeki çoğu insan Amazon’un kısa sürede tüm sektörü değiştirip pazarı geliştireceğini düşünüyordu. Bu bana çok komik geldiği için bu twiti atmıştım. Sanırım aylar oldu, Amazon’un Türkiye’de yaşadıkları, şu an ki konumu en azından şimdilik beni haklı çıkardı. Amazon Türkleşirse pazardaki konum kazanır tabi.
Amazon çok büyük bir şirket, ABD’de bu ara çok tartışılan konu Amazon’un sadece  e-ticareti değil  fiziki e-ticareti bile yuttuğu gerçeği. Amazon isterse mutlaka olur ama aşılanması lazım.

"Hayattan satın almamız gereken tek şeyin 'zaman' olduğu" cümlen var. Ona bayıldım. Sonrasında sorduğun "bugün çalışmayacak kadar paranız olsa zamanınızı neye harcarsınız?" sorusuna şöyle cevap vereyim:
Düzenli çalışmayı bırakalı çok oldu. Çünkü zamanımın tümünü verip, büyük bir bağlılıkla çalışabileceğim işe henüz denk gelmedim. Çalıştığım yerlerde, elle tutulur bir değer de yaratılmadığını görünce, kendimi para için motive etmiş olsam bile, çok geçmeden tüm çalışma hevesim de kayboluyor. Bu yüzden artık para lazım oldukça çalışanlardanım :)
Bunun için hayatımı biraz alt üst ettim ama dönüp baktığımda değdiğini de rahatlıkla söyleyebilirim. Şimdi soruyu sana yönlendirsem ve şöyle sorsam:
Sen neden bu kadar çok çalışıyorsun, çalışmayacak kadar para mı biriktirme peşindesin ve o paranın miktarı nedir?
-Ben sadece para için çalışmıyorum. Öyle olsa çok daha fazla para kazanabileceğim işleri yapardım. Katma değerli, bilgi yoğun, oyun bozan işler yapmayı seviyorum.
Çalışamayacak kadar param olsa da çalışırdım ama sanırım şekli değişirdi.

İnternetin sürekli bir evrim geçirdiği, insanları da bu evrimle değiştirdiği cümleler hep kurulur. Sence internet nereye gidiyor, nereye gidecek? Bu yıl, o yıl mı?
-Nereye gittiğini bilmiyorum.
İnternet önce bilgisayarlarımıza, sonra ceplerimize girdi, sonrasında eşyalarımızla evlerimize. Sanırım bir sonraki aşama bedenimiz ve zihnimiz. Yani bahsettiğim ‘gerçek’ bir temas, bütünleşme.

"İş başvularını inceliyorum. Yeni mezun, 1 ay iş tecrübesi yok. 7-10 bin arası maaş beklentisi var. Twitter’dan, Facebooktan, ‘kankasıyla’ konuşur gibi yazanlar, bir ön yazı yazmaya zaman ayıramayanlar. Okuduğunu anlamayanlar. Rezalet." tweetinden, iş başvurularındaki yeni mezunların 7.000 TL maaş istemelerine kızıyorsun. Burdaki kızma nedenin ne? Sonuçta insanlar kendilerine bir değer biçiyorlar ve bekledikleri maaş da bu :) Bunu hak ettiklerini düşünmemekte haklı olabilirsin, ama tepkinin sonunda "rezalet" diye bitirmen biraz fazla değil mi?
-Bilmem, fazla bir tepkidir belki. Ama insanların kendine ne biçtiğinin bir önemi yok. Kendinize bir değer biçiyorsanız karşılığında aktaracağınız değeri kanıtlamanız gerekir. Eğer bunu yapabiliyorsanız 700.000 TL’de isteyebilirsiniz buna herhangi iş verenin muhtemelen sorun çıkaracağını sanmıyorum.
Eğer bunu yapamıyorsanız hangi üniversiteden mezun olursa olsun herhangi bir deneyimsiz çalışanın herhangi bir ülkede  7.000 TL, 7000 Pound, 7.000 Dolar, 7.000 euro alabileceğini, almayı hak edebileceğini düşünmüyorum.

Yine aynı zamanda Facebook, Twitter gibi sosyal ağlardan kankasıyla konuşur gibi yazmalarına kızıyor olmanı da haklı bulmadım. Çünkü sosyal medyayı hem kişisel, hem profesyonel olarak kullanan biri olarak sende biliyorsunki, bu ağların kendi dili var ve dolayısıyla kullanım şekilleri de bundan farklı değil. Hatta o an, kullandığımız ağa göre bir karaktere büründüğümüzü düşünüyorum. Bunu soruya çevirecek olursam; iletişimde oldukları ağ yüzünden böyle davranıyor olduklarını düşünüyorum. Ne dersin? Böyle bir şey söz konusu olabilir mi?
-Olabilir fakat herhangi bir  sosyal  mecrada olmayı seçmem, sadece orada olmamdan hareketle benimle istenildiği tonda ve üslupla konuşulma hakkını karşımdaki kişiye vermez.
Samimiyetle, hadsizlik farklı konular. Samimi bir insanım ama hadsizlik pek yapmadığım için bana yapılmasına da çok katlanamıyorum.
Nezaket ve samimiyet başka kavramlarla çok karıştırılıyor maalesef. Ben bana ‘hürmet gösterilsin’  ‘siz’ diye hitap edilsin talebinde değilim ama nezaket beklemem doğal.

Ayrıca konuyla bağlantılı olarak şu soruyu da eklemek istiyorum; ön yargılı davrandığını düşünüyor musun? Veya sence bu konuda önyargılı mısın?
Çünkü sonuçta karşında sesini duymadığın, davranışlarına şahit olmadığın biri var. Ama sen onları, seninle iletişimde oldukları ağ içerisinde kurdukları cümlelerinden dolayı eliyor gibisin :)
Bu konuda ne söylemek istersin, sence redettiklerin arasında, çok iyi bir eleman var mıdır?
(bence vardır :)))
-Ön yargılı olduğum zamanlar olabilir tabi. Reddettiklerim arasında kesinlikle iyiler hatta çok iyiler vardır. Ben çalışan- iş veren ilişkisini ‘mükemmel ilişki’ anolojisine çok benzetirim. Mükemmel bir ilişki için tarafların mükemmel olmasına değil birbirleri için mükemmel olmaları önemli.

Koşuşturman arasında röportaj teklifimi kabul edip, zaman ayırdığın için çok çok teşekkür ederim.
İnstagram: @ahmetdurmusoglu
Twitter: @ahmetdurmusoglu
https://www.icerikbulutu.com/
-->

Yorumlar